Tuesday, August 31, 2010

cin lahanasi



agustos ayinin son gununde gunesli sayabilecegimiz bir gunden merhaba diyorum.

futboldan sonra basketbola da seyirci olarak ilgi gostermeye baslayip - ki ortaokulda lisansli bir basketbolcuydum- turkiye'nin evsahipligi yaptigi dunya kupasi maclarini takip eder oldum. turkiye bugune kadar fildisi sahillerini ve rusya'yi yenerek 2 de 2 galibiyetle turnuvayi surduruyor. bugun yunanistanla oynayacak. umarim yine guzel bir sonuc aliriz.

bu aksam konugumuz var:) yaso ile laklak bulusmasi:) kendisine tavuklu cin lahanali bir salata yapmayi planliyorum. bu post'ta gorunen cin lahanasi da bu nedenle burda, ayni sekilde bu post'un basligida buradan geliyor... ama bu kez bir degisiklik yapip pekmez yerine nar eksisi koyacagim:)... - gecen sefer yaptigimda nar eksisi yerine pekmez koyunca pek guzel bir sonuc elde edememistim, tadana kadar da boyle birsey yaptigimin farkinda olmayinca kotu bir supriz olmustu...

bu salatayi soyle hazirliyorum:

cin lahanasi

tavuk

mantar

ceviz

nar eksisi

tavuk ve mantarlari az yag koyulmus teflon tavada ceviriyorum. pisince ince ince dogradigim cin lahanalarina ekliyorum. nar eksisi ve ceviz ekleyerek afiyetle yenecek kivama getiriyorum.

bahcemizde yetistirdigimiz maydanozlardan da ekleyebillirim bu sefer...

yeri gelmisken cin lahanasinin faydalarini buraya ekleyelim:

"...kalsiyum, demir, protein, vitamin A ve C bakımından çok zengin olan bu sebze son yıllarda diyet sebzesi olarak da değerlendirilmektedir. Özellikle vitamin A bakımından diğer lahana grubu sebzelerine göre daha zengin bir sebze olarak bilinmektedir."

Monday, August 30, 2010

coco's outback


Thorbeckeplein 8-12
1017 CS AmsterdamHolland
T +31 (0) 20 6272423
F +31 (0) 20 6264110

rancho

Reguliersbreestraat 37,
1017 CM Amsterdam

020-6234386

Rancho III: Vr t/m Ma 12:00 - 23:00Di t/m Do: 16:00 – 23.00

http://www.dobson-uzcudun.com/index-en.htm

chocolate bar



1e van der Helststraat 62a
1071 VR Amsterdam
Telefoon
(020) 675 76 72

saray restaurant


Restaurant Saray
Gerard Doustraat 33
1072 VK, AmsterdamDe Pijp

the colour kitchen


The Colour Kitchen Amsterdam
Jan Evertsenstraat 747
1061 XZ Amsterdamt 020 – 448 66 11e info@thecolourkitchen.com

pata negra


Restaurante Pata Negra
Utrechtsestraat 124
1017 VT AMSTERDAM
Tel: 020 - 422 62 50
Restaurante Pata Negra
Reinwardtstraat 1 hs
1093 GT AMSTERDAM
Tel: 020 - 692 25 06

little buddha amsterdam


Little Buddha
City Theatre
Kleine Gartmanplantsoen
171017 RP Amsterdam
T.: +31 (0) 20 530 71 21
F.: +31 (0) 20 530 71 29

casa di david




Casa di David Ristorante
Amsterdam
Singel 426 (Spui)
T 020 – 624 50 93
F 020 – 638 46 46

white elephant


Van Woustraat 3,
1074 AA Amsterdam,
The Netherlands
Ph. +31 20 6795556
Fax. +31 20 6795558

la paella


RESTAURANT LA PAELLA
Warmoesstraat 41-43 1012HV AMSTERDAM
Tel: 020 - 625 59 75 Fax: 020 - 421 20 63
E-mail: lapaella1@hotmail.com

Kitchen open:Daily 12:00 - 23:30

For your reservations: 020 - 625 59 75

http://www.lapaella.nl/

ask - elif safak


baba ve pic - elif safak


handan - halide edib adivar


Yillardir okumaya niyetlendigim kitap, isyerinde bir arkadasimin okuyup bana vermesi ile okudugum kitaplar arasina girdi.
Once "dil" ile ilgili cekincelerim oldu, agir bir dil varsa anlayamazsam diye endise ettim ama dip notlarda verilen anlamlarla hic problem yasamadim. Mektuplar seklinde ilerleyen orgu, okumama hiz katti ve araya tatil girmesine ragmen ( tatilde yanima almamistim, emanet kitap oldugu icin) cok kisa bir surede bittirdim.
Ne soylesem "spoiler" nitelikli oacakmis gibi geliyor... O yuzden susuyorum ve sozu kitabin tanitiminda kullanilmis sozcuklere birakiyorum:
"...
Ben artık zelil ve sefil bir günahkâr oldum. Ben artık tarihin en mel’un çehresi Yehuda’ya bir nazire oldum. Yehuda nasıl dünyanın pek muazzez bir simasını, efendisini birkaç dinar için sattı ise ben de dünyanın beni en çok sevmiş bir ruhunu, o ruhun hududu olma­yan emniyetini, muhitini sattım, dünyada en çok sevdiği bir şeyin kalbini ondan çaldım...."

Halide Edib Adıvar, kendisine asıl ününü kazandıran yapıt­larından biri olan Handan’da evlilik ve aşk ilişkilerini konu alır. İngiliz terbiyesiyle yetişmiş Handan, II. Abdülhamid re­jimine karşı mücadele eden Nâzım’ı reddederek Hüsnü Paşa ile evlenir, ama mutlu olmaz. Mutsuzluğu onu bir beyin ka­namasına ve bilinç kaybına götürür.

yagmur ve konuklar


yaklasik bir haftadir sabahtan aksama kadar yagan yagmur, bugun bir es verdi. bu sabah ise gelirken burnumdan su damlamiyordu ama yine de yagmurlugum uzerindeydi...

guzel ve dopdulu bir haftasonu gecirdik:

cuma gecesi sevdigimiz bir arkadasimizin dogumgunu kutlamasi icin littlebuddha amsterdam'da yemek yedik. guzel, nezih bir atmosferi var. amsterdam'da arayip da bulamadigimiz bir servis ve guzel temiz bir masa benim icin etkileyici idi. sonrasinda arkadasimizin evine gittik ve orda bir 'piano resital' i ile mest olduk.

ctesi sabah erkenden direksiyon kursu ile basladim gune. ilk defa yola paralel park denedim. hic bilmadigim bir formul ogrendim. ama daha bir kez yaptigim icin formulu ezberleyemedim:)
sonrasinda lidl, c1000 alsiverisleri ve cicek alisverisi icin praxis... iste o cicekleri alip eve dondukten sonra hummali bir calisma basladi. aslinda tumuyle benim projem olarak ilerleyecekken koklerin fazlaligi, havuzdan kurbaga cikmasi ve bunun uzerine benim ciglik cigliga butun komsulara sesimi duyurmam, havuzun kaldirilmasina karar vermemiz filan derken hattori ile ortak projemiz halini aldi, bahcedeki cicek gobegi... cok yorulduk ama cikardigimiz isi begendik. resmen bahce buyudu... kurbaganin disinda gri bir bocekle yakin temasimiz, solucan, salyangoz ve orumceklerle mesaimiz oldu... aksaminda elimi kolumu nereye koyacagimi bilemeden televizyon karsinsinda uyakaldim.

pazar hattori'nin futbol maci oldugu icin, ben kahvaltimi edip yemek yaparak desarj olmaya basladim. menude aksamki misafirlerimiz ( fulya&emine) icin brokoli ve patates salatasi vardi. aksam hattori'nin hazirlayacagi somonlara eslik etmek uzere, sabahtan hazir edildiler. ayrica hattori'nin cok sevdigi muzlu pasta da tatli olarak menumuzde yer alacakti...
daha ben patates ssalatasini yeni bitirmistim ki kapi acildi. sasirdim cunku hattorinin donmesi icin erken bir saatti. ama gelen hattori idi. meger spor salonunu acacak kisi gelmemis o da tipis tipis geri donmus... ben brokoli ve pastayi bitirir bitirmez fulyalar ile bulusmak icin yola ciktik... Yola ciktigimizda makul makul yagan yagmur bulusma noktasina yaklastikca azginlasti. sirilsiklam olan ekibi alip volendam yolunu tuttuk. umudumuz yagmurun durmasi, bize biraz izin vermesi ve volendam'i arkadaslarimiza gezdirebilmekti ama nafile... volendam maceramiz tavuk doner kilikli bir sandvic yiyip kosa kosa arabaya binmek ve evin yolunu tutmak suretiyle bitti. hepimiz - ama en cok da fulya - cok usuduk. eve gelip caylar ve muzlu pastayla isinmaya calistik... sonra isindikca gelsin muhabbetler... emine de cok tatli bir insan... fulya'yi zaten seviyoruz ailecek... yemektir, basketbol macidir ( tr- rusya, tr yendi) derken 12 ettik...

boyleyken boyle...

ne kadar da detayli yazdim, gerekse de gerekmese de...

yarin aksamin plani: yaso ile bizim evde bulusmaca...

persembe aksami: arzu & ozlem - colour kitchen bizi bekler

hadi saglicakla...

Friday, August 27, 2010

2006 gezgin notlari

27.12.2006
mübadele
"alevlerin etrafında fırdolayı dönen zeybekler... devran döner, yol suyun öteki yanına düşerse ne gam! o vakit, sesler iki yakadan kucaklaşır gölgeler selamlaşır."

27.12.2006
dondurmam gaymak
bu film konusunda medyanin dediklerini pek takip edememistim. cok eglenceli, cok renkli tiplemelerin bir arada yer aldigi, amatorluklerine ragmen harika oyunculuk performansi, amatorlukten gelen dogallik benim izlenimlerimin basinda geliyor. babam ve oglum'da ne kadar dolup dolup agladiysam, dondurmam gaymak'ta da o kada dolup dolup guldum. evet, dogrudur bir "doldur bosalt" yasandi bunyede...

09.12.2006
thom yorke
harrowdown hill için: http://www.youtube.com/watch?v=9YFaOmFv8nA bkz: david kelly

09.12.2006
david kelly
(!)ırak'ta kitle imha silahları vardı ve o nedenle ırak işgal edilmeli, kullanılması durumunda akacak milyonlarca kana engel olunmalı ve ırak işgal edilerek milyonlarca kan akıtılmalıydı...(!) david kelly... bir mikrobiyolog... ırakta kitle imha silahları oldugu bilgisinin savası haklı cıkarmak icin abartıldını ortaya atınca ortalık karıştı... 2003 temmuz'unda ne mi oldu? (*) ''... don't ask me, ask the ministry we think the same things at the same time there are so many of us oh you can't count ... '' (*) thom yorke- harrowdown hill

07.12.2006
solaryum
ay sekerim vallahi gitmeyince solarıyorrum... içerde biraz darralıyorrum ama antik mobilya rengini cok sevviyorrum... cok tattlı bi renk oluyorrum. cıkınca soyle bol buzlu bi punch içiyorrum. kendime geliyorrum. aynaya bakıyorrum, saçımı bi o yana attıryorrum bi bu yana attırıyorrum. sonra geliyo berke beni alıyo beemvesiyleee...

07.12.2006
marjinal fayda
hani "bir bardak su her zaman bir bardak su degildir, 5. bir bardak su da bir bardak sudur ama 1. bir bardak su gibi degildir" diye orneklenir... benim diyecegim su: herseyin olagan olaganliginda surdugu bir gun biri cikar karsiniza ve birden senlenir ortalik. o, 1. bir bardak su gibidir... susuzluga devadir. baska hicbisey gormez goz... zaman akar, ne sular akar... sonra olagan hale gelir o bir bardak suyun varligi... bunalirsin olagan akisinda hayatin ve o bir bardak suyu da olagan sayarsin. ekmek elden su goldendir bir nevi... o buldugun seyin ne kadar olaganustu birsey oldugunu unutuverirsin. nihayetinde insansindir... daraldikca daralirsin bi vakit... her olagan nedenden icimiz daraldiginda zaten buldugumuz insani o dakikaya kadar bulmadigimizi, tam da o dakika buldugumuzu dusunup, 1.bir bardak muamelesi yapip, 1. bir bardak su mutlulugu yasayip, baska hicbisey gormeyiverirse gozumuz, daraltiya nanik yapabilr miyiz... yapariz yapariz... nihayetinde insaniz...

04.12.2006
göz
"... gözlerin gözlerin gözlerin, gün gelecek gülüm, gün gelecek, kardeş insanlar birbirine senin gözlerinle bakacaklar gülüm, senin gözlerinle bakacaklar. " nazım hikmet

01.12.2006
çile
koluna geçirip sar dedi... o çözdü ben sardım. o çözüldü ben sardım. ben geçirdim koluma. ben çözdüm o sardı. ben çözüldüm. sarıldık... artık çile yoktu. yenisi takılana kadar kollarımıza... yumak vardı. yumak yumaktı ortalık. yumaktık...

27.11.2006
kurşun kalem
uzaya giden zat-i muhteremlerin amerikalı olanları yerçekimi olmadığı için tükenmez kalemin yazmadığını farkedince - içindeki mürekkep akamıyor haliyle-, sonraki seyahatlerde bu aksiliği önlemek için küçük bir servet ayırarak uzay kalemini bulurlar. bu uzay kalemi denilen kalemle yerçekimi olmasa da yazılabilmektedir. önceleri bu büyük buluş, bu kalem bir sır gibi saklanır ruslardan... sonraları havası inip marketlere düşünce bu kalem, sizin bizim gibi uzaya gidemeyen, kendi karadeliklerini yeniden ışıtmak isteyen insanlar bu kalemi yattığı yerden bişeyler yazıp çizmek için kullanır hale gelir. öte yandan, ruslarsa, bildik tükenmez kalemin çaresizliğine yine bildik kurşun kalemle deva olur. üzerinde düşünülesi bir durum geldi bana...

21.11.2006
ben
ben bir denizim, ben bir denizim kendi içinde taşan ben bir denizim uçsuz bucaksız kıyısız, hür bir deniz

20.11.2006
turan emeksiz
''... ay bu nasıl devran ay bu nasıl devran 28 nisandi yavri hey ham meyvayı kopardılar dalından ...''

18.11.2006
cila
otomobil tamirhanelerinde adi gecen pasta cilanın, gözümün önüne pastaneleri getirdigi, o pasta cilanin tamircide ne işi var diye düşündüğüm yıllardı. pazar günleri yayıp önüme bir gazete, ayakkabılarımla beraber hızımı alamaz elimi kolumu da boyardım. dogrusu bu işin hakkını veremezdim. aslinda asil isim abime özenmekti. boyadıktan sonra bişeye benzesin diye biraz da kremimsi bi renkte cilalar vardı, onlardan sürüp sürüp parlatırdım, bi tenekem eksikti. biz büyüdük ve kirlendi ya dünya, biseye benzesin diye, şimdi içip içip üzerine cila çekiyoruz... çekmiyor muyuz, çekiyoruz...biz çekiyoruz...

11.11.2006
nanoteknoloji
bkz:nano teknoloji

07.11.2006
çığlık
" yolcular uçağın yanında otobüsten inmişler.. bavullarını gösteriyorlar. bir bakmışlar uçak şirketinin minibüsü yanlarında durmuş. içinden kaptan pilotla, yardımcı pilot inmişler... yolcular fena halde şaşırmışlar.. nasıl şaşırmasınlar.. kaptan pilotun elinde bir beyaz baston. kolunda üç noktalı bant.. yardımcı pilotun elinde bir köpek tasması.. tasmanin ucunda bir köpek.. sağa sola çarparak öylece ilerliyorlar uçağa.. günlerden 1 nisan değil ama, "Şaka herhalde" demiş yolcular, doluşmuşlar uçağa... uçak pistte hızla ilerlemeye başlamış. yolcuların gözleri camda. uçak hızlanmış.. yolcular endişelenmeye başlamışlar.. uçak daha hızlanmış. pistin sonu hızla yaklaşmaya başlamış.. uçak iyice hızlanmış.. bazı yolcular paniklemiş, dua etmeye başlamışlar. uçak son hıza ulaşmış. bu arada pistin sonuna da ulaşmış. 100 metre sonra betonun bitip çimlerin başladığını gören yolcular dehşet içinde çığlığı basmışlar.. tam o anda da kaptan pilot levyeyi sonuna kadar çekmiş... uçak tam pist biterken tekerleklerini yerden kesmiş, havalanmış. kaptan pilot arkasına yaslanmış derin bir nefes almış ve yardımcı pilota dönmüş: - biliyor musun? bir gün çığlık atmakta gecikecekler ve hep birlikte geberip gideceğiz!... "

06.11.2006
berdel
'insanın ülkesi yarinin yüreğidir' demişti zeze. dinlemeden senin 'ülke'n nere diye, değiş tokuşla evlendirme... mübadele... baslik parasinin yerini insanin almasi...

06.11.2006
berdel
'zorunlu göç'

06.11.2006
artı değer
ilk ifade ile ilintili, bir de bakınız: potlaç

06.11.2006
ikarus
akın var güneşe akın güneşi zaptedeceğiz güneşin zaptı yakın

06.11.2006
mübadele
değiş tokuş anlamina geliyor, ama öyle söylendiği kadar, kulağa geldiği kadar bir oldu bitti çarçabuk demek, reva değil. zorunlu göçün, yarım kalmışlıkların, gözü arkada kalmışlıkların, gözü yaşlı kalmışlikların, hasretin, etin tırnaktan ayrılmasının, dinmeyen bir sızının hüzünlü resmi...

06.11.2006
agapi mou
ah agapi mou ahh... '' ... deniz bile şahit olmazsa ah agapi mou başka kim olur derdime memleket hasreti öyle bastı sevdiğim bıçaklar saplandı yüreğime ... ''

03.11.2006
metin kemal kahraman
eskicili şarkılarını cok seviyorum. sözlerini ekleyeyim ama bence ilk fırsatta dinleyin, cok etkileyici... acayip bi inanç bi umut veriyor insana, o eskiciyi arıyor gözlerim yahut vurup sırtıma bir torba eskici olmaya cabalayasım geliyor... kaybolmuş bir kentin eskicisiydi makineleşmeye karşı duyguları topluyordu kaybolmuş bu kentin sokaklarında torbasında umut, torbasında insana dair ne varsa yalnız değilsin eskici bir sabah günes doğar sevgiden tuğlalarla yeniden kurarız bu kenti. bu kent yorgun düşmüş bunca acıya yeni bir güne başlıyor umarsızca bir tek eskici kalmış yıllarca torbasında umut torbasında insana dair ne varsa

30.10.2006
eurolines
uçaktır trendir felandır filandır derken uzun uzun uluslararası yolculuksa sözkonusu olacak olan otobüs akıldan çıkıyor. ama çıkmasın... bir bilen ışık yakınca aklımın içinde, yollar iyice şenlendi. avrupanın envayi noktasına otobüsle çok çok ucuza gidilebiliyor. hiçbir ulaşım aracı için önceden rezervasyon yapılmadığı durumda, uçağa göre 8 kat daha ucuz, trene gore 3 kat daha ucuz fiyatlar bulabiliyorsunuz. hatta birkaç ay öncesinden öngörebiliyorsanız yolculuk vaktini, tek basamaklı eurolara bile güzel biletler var görünüyor. rahatlıksa, gayet de rahat yolculuk ediliyor. ha muavin yoksa ben yokum, elime kolonya dökülmezse, çay kek verilmezse ben yokum diyorsanız bilemeyiz. biz şanslıydık... küçük bir konserden bile nasiplendik. bir ara gecenin bir vakti, aşka gelip çukulata renkli bir yoldaşımız kendi kendine kulaklığından dinlediği şarkıyı yanık yanık mırıldanarak - :) -ses gücü yüksek bir yayın bile yaptı otobüse farkında olmadan... öyle de şenlikli... bir göz atın deriz: http://www.eurolines.com/

19.10.2006
orhan pamuk
tam da ermeni soykırım yoktur ifadesinin cezalandırılmasının öngörüldüğü hatta bu yasa tasarısının kabul edildiği anlara denk gelmişti orhan pamuk'un nobel edebiyat ödülünü kazandığı haberi. bu bir rastlantı mıydı değil miydi bilmiyorum. adalet ağaoğlu'nun orhan pamuk haberinin hemen ardından; 'orhan pamuk'un başarısına sevindiği, ancak ermeni soykırımı ile ilgili yasa tasarısıyle aynı gune gelmesinin tatsız olduğu' gibi bir ifadesini okudum. bence bu iki olay ilişkilendirilecekse birleşmesi tatsız değil son derece ders verici. orhan pamuk, düşüncesi odur veya budur, ifade etmiştir ne düşünüyorsa- aldığı nobel ödülünden bağımsız ya da bağımlı-... işte soykırım vardır ya da yoktur hükmünden öte insanoğlu düşündüğünü dile getirebilmeli. bu cezalandırılması değil, birinin düsündügünü dile getirmesi bir diğerinin biraz daha düşünmesi için- kabul edip etmemesinden ayrı, kendi düsündügünü gelistirmesi için belki de- teşvik edilip ödüllendirilmesi gereken bir durum bence. ve bu nedenle görmek isteyene almak isteyene anlayana iyi bir ders, iyi bir örnek. fransa parlementosuna da, kati/sabit orhan pamuk linçcilerine de...

19.10.2006
potlaç
süreli servet varlık sahiplerinin de gayet olağan ve içten bir biçimde dahil olması nedeniyle gönüllü dönemsel bir yağma olarak adlandırılabilir. tam da bu nedenle yani potlacın varlığı nedeniyle sürekli bir varsıllık durumu var olamayor... güzel de olayor..

18.10.2006
sulugöz
ajda bardağı olmayan çay bardaklarıyla ölçülerek gazete kağıdından yapilan külahlara koyulan çekirdekleklerin tezgah tarafına düşerdi yeri sulugöz sakızın... laylonunu açıp o topu lüplettin mi eşki eşki oh ki ne oh...

18.10.2006
tipitip
tipitipe bi selam çakıp ben seçimimi sulugözden yana yapacağım.

05.10.2006
barselona
bkz.:barcelona

05.10.2006
barselona
şehre ilk adım atıldıgında hatta daha adim atilamamisken - çünkü gerçek adimi atinca ordan burdan fiskiran sanattan göz kamasacakti;, onlar ne anlata anlata ne geze geze biterdi- hemen dikkat çeken şeylerden biri taksilerdi. bildiğimiz tek renk sarı taksiler ya da gri siyah gibi renklerde olup tepesinde taksi yazan alışıldık taksilerden biraz farklıydı bunlar. hem sarıydı hem siyahtı. sarı siyahtı. sanki elim bir kazaya kurban gitmiş ordan burdan vurmuş da yamalanmış gibi...her taksi görüldügünde bos bulunup 'ahh vahh vahh tüh tüh nasil da çarpmis' diye üzünüldü içten içe bir iki... alışılamadı hemen... gel zaman git zaman, bir gün baş sıkışınca bu taksilerden birine el edildi. taksi tarifeleri göreceli ucuz denebilecek kadar denenebilir geldi. sonra yürü yürü harap ve bitap düşünce ya da serhoj olunca üj bej kere daha binildi zaman içinde. acaba öyle bi düzenleme mi vardı taksilere yönelik bilinmez ama örneklenen taksilerde hep caz dinlendiğine rastlanıldı. ilerledikçe her sokagi, her caddeyi benzetecek bi yer bulundu. alsancak mı olur, montrö mu olur, yüksel mi olur, istiklal mi olur... bir başka gözlem havasindan midir suyundan midir, sabahın 9:30 unda bile canın bira çekmesiydi.. bir degildi iki degildi... akşamları sangria'yla yer değiştirdi mızmız yapmadan bira. pardon cerveza... sangria içerken 'just a perfect day drink sangria in the park ...' diye mırıldanırken buldu kendini özne... karşıdan her gelen bi fahri amca, bi esin teyze olma potansiyeli mi taşırdi; ısrarla... ne kadar alıştığımız bizden tiplerdi öyle... ama bir yol yordam soracak olunsa bu fahri amcalar esin teyzeler bir gram ingilizce konusmuyorlardi;. olsun varsindi;, bir mimik iki kol, tamamdi;, anlasildi;, yollar bize memleketti... bi de boy farkı kalktı ya bu diyarda yolda yururken... kuzeyin selvi boyluları gitti, fıkır fıkır al yazmalılar geldi... oh ne ala... ne güzeldi sehr-i barselona... simdi otur raki beyazs günlerde... bir iç çek... bir de yudum... gülümse...salud... tabi ya salud... '...such a perfect day, you just keep me hanging on...'

03.10.2006
lost
yeni bir hastalik adi. tedavisi henuz bulunabilmis degil. son derece hizli buluasiyor. virus iceri bir girdi mi sizi esir aliyor. dis dunya ile tum baglantinizi kesip, nobetler halinde kendinizi kaybettiriyor. boyle hastaliklari bugune kadar hic olmamis kurbanlari bile var... aman dikkat edin. bahsettigim bir dizi... dvdlesmis bir dizi. bir ucak kazasi sonrasi bir adada yasamak zorunda kalan 40 kusur kisinin mucadelesi, yasadiklari, gecmisleri, gecirdikleri, gecirmedikleri...

29.09.2006
kaybolmak
güzel bir günde fındık yerken , ya da kiraz yerken mesela evde arabada, bikaç fındığın kirazın elden kayıp düşüp kaybolması ne güzeldir. günler sonra bulunca çürük halini bile bi neşe dolar o güzel güne dair. bilerek bile bırakılır usuldan yuvarlansın bi yerlere gitsin günler sonra bulunca o gün hatırlanılsın mutlu olunsun diye... ne güzel kaybolur fındıklar, kirazlar... zeytinler ve üzümler de keza...


29.09.2006
ninni
doğdun, üç gün aç tuttuk üç gün meme vermedik sana adiloş bebem, hasta düşmeyesin diye, töremiz böyle diye, saldır şimdi memeye, saldır da büyü... bunlar, engerekler ve çıyanlardır, bunlar, aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları, tanı da büyü... bu, namustur künyemize kazınmış, bu da sabır, ağulardan süzülmüş. sarıl bunlara sarıl da büyü... ahmed arif

28.09.2006
mona lisa
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=199898

28.09.2006
masal
bkz.: ezop bkz.: la fontaine bkz.: keloğlan

24.09.2006
edip cansever
içinden doğru sevdim seni bakışlarından doğru sevdim de ağzındaki ıslaklığın buğusundan sesini yapan sözcüklerinden sevdim bir de beni sevdiğin gibi sevdim seni kar bırakılmış karanlığından. yerleştir bu sevdayı her yerine yüzünde ter olan su damlacıklarının kaynağına yerleştir her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına gül taşıyan çocuğuna yerleştir ve omuzlarına, daracık omuzlarına üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran yani senin olmayan, seni boşluk gibi saran hüzne yerleştir yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun kar taneleri gibi uçuşan ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine yerleştir bu sevdayı her yerine. ekledim ben tattığım her şeyi denizlere bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen sevdayı ve köpüklendir ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın ama dur, her deniz yaşlıdır zaten öğrenmez ama öğretir mutluluğu bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi biraz da herkes içindir, ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli var eden kendini birincisinden yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren. ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen tanımadığın bir ülke gibi içinde yaşamadığın bir zaman gibi tam kendisi gibi mutluluğun beni bekliyorsun ve onu bekliyorsun beni beklerken.

24.09.2006
şamar oğlanı
' abi ne bu ya, şamar oğlanına çevirdin bizi' gibi cümle içinde gün gelip kullanılabilen şamar oğlanının ne menem bişey olduğunu gün gelir merak eder insanoğlu... bundan yıllar önce, ben diyim 15.,16. yüzyıl siz deyin 17. yüzyıl, asilzade diye tabir edilen zümre çocuklarına özel özel ders anlatan hocalar nevirleri dönünce şöyle okkalı bi şamar savurmak isterler. ama ne mümkün, vurulur mu asilzade evladına (osmanlı'da bildiğin şehzadeye karşılık gelir bu çocuk). bu durumda ne olur? ne olabilir?.. tebadan bir cocukcağız bulunur, karın tokluguna bu cocuk, asilzade çocuğu ile ders dinler, asilzade çocuğuna kalkan her şamar bu çocukcağızın suratına iner. dinler dedik ama yanlış olmasın, şöyle bi trik var orda da, dinleyip okuyup öğrenip sonra başa bela olmasın diye özellikle sağır çocuklar seçilir.yok sağır değilse de itinayla iki kulagına aynı anda okkalı şamar atılmak suretiyle sağır edilir. şamar oğlanlarının hikayesi ya kulaklarına yedikleri bu iki şamarla ya da asilzade çocuğununa niyetlenilmiş, neye niyet neye kısmet şamarla başlar. bu çocukların asli görevi her gelen şamarı sektirmeden karşılamaktır. bir nevi sana söylüyorum kızım sen anla gelinim vakasıdır. bir sağ gösterip sol oynama şaşırtmacasıdır, hasıl olan. şamar oğlanı; büyüğe gücüm yetmiyor hırsımı da almam lazım, bari küçükten alayım hadisesinin baş oyuncudur, yardımcı bile değil. biz kaçıncı yüzyıla geldiydik?

21.09.2006
ülkü tamer
"ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün serinlik vurdun korulara, canlandı serçelerim sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata, ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta. sen bana çok güzeldin, senin ayakların da."

21.09.2006
edip cansever
''... her şeyin fazlası zararlıdır ya, fazla şiirden öldü edip cansever'' cemal süreya

20.09.2006
tayland
http://www.milliyet.com.tr/2006/09/20/dunya/adun.html http://www.milliyet.com.tr/2006/09/20/son/sondun11.asp http://www.milliyet.com.tr/2006/09/20/son/sondun09.asp
viento 20.09.2006

taylandhttp://www.cnn.com/2006/world/asiapcf/09/20/thailand.coup/index.html

13.09.2006
brugge
pavlov daha fazla denek bulabilirdi sanırım bi denk gelseydik. brugge deyince ağız sulanır mı... sulanır:)... envayi çeşit çikolatadır, waffledır. ister sev çikolata ister sevme... dayanmak mümkün değil. hatta ya sev ya terk et... oraların çikolataya buruk bakan çocukları yok neyse ki...

12.09.2006
yurtdışı
ici seni yakar disi beni

12.09.2006
amazon
çok zamandır tedavülde olup da bizim biraz geç farkettiğimiz bir cennet burası. herkes biraz da kendine saklamış burayı belli ki. aslında dillendirmekle dillendirmemek arasında gidip gelmiyor değil insan. ama gezgin kitlesi ile de paylaşmadan edemeyeceğiz. bördübet mevkiinde. değirmenyanı'nın yanından ~15 kmlik bir yol var ki, ne dense eksik, yaşanmalı... ama o 15 km, saat cinsinden, bir tam onda bilmem kaç şeklinde ifade edilecek kadar zaman alıyor denebilir. neyse ki o esnada orman, deniz, güneş, rüzgar amigoluk yaparak sizi ilerlemeniz için teşvik ediyor. öyle bir yere varıyorsunuz ki, sonrası iyilik güzellik... ponza taşından yapılmış bungolovlarda kıvıl kıvıl klimaya hacet olmayınca kemikleriniz dinleniyor valla. denize kanolarla gidiliyor da timsahları beslememek, piranhalara dikkat etmek lazım geliyor:)üstüruplu kürek sallamak lazım bi de. amanin sağğğ sağğğ, sollll sollll sollll... ormanda pisiklet felan, kömürde çay, oracıkta yetişen domatis büber. ortalıkta tavuklar civcikler felan. bildiğin cennet. bi doğallık, bi doğa, bi samimiyet. (ama tavuklar zaman zaman laubalilik çizgisini aşıp elinizin kapsama alanını pislemeye kadar vardırabiliyor, tikkat...) kapsama alanı deyince o yok işte... o da pek bir ala... hala tatil yapma fırsatı olanlar bi bakiniz hele: http://www.klupamazon.com/

17.08.2006
sinop hapishanesi
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=195905&tarih=16/08/2006

09.08.2006
ikarus
icimizde ne kadar yasatiyorsak ikarusu, o kadar "insan"a yaklasiyoruz bence... ikarusu yasatmaya calismak da bir kanat cirpis... o arada "insanlar" eritse de kanatlari...

04.08.2006
sanem çelik
aliye o aliye

03.08.2006
boşluk
boşluğun boşluk olduğu, ne kadar büyük olduğu, o boşluk dolmaya baslayınca farkediliyor asıl...

02.08.2006
ayrı yazılan de
bunun bir de ayri yazilan ki versiyonu vardir ki, o da ayni dertten musdariptir, biz de...

01.08.2006
günebakan
kuzey ulkelerinde disarda cafelerde oturuken insanlar, sandalyeler karsilikli olmuyor genelde. yanyana duruyor o sandalyeler... ve yon gunese karsi oluyor. kirk yilda bir cikan gunesten nasiplenmek icin... gorunce boyle sandalyeler ve onlara yanyana oturmus insanlar gunebakanlar geliyor aklima.

01.08.2006
utanmak
biri, çöp arabasıyla çöp toplayan görevlilerin yanından geçerken, o görevlilerin yüzüne baka baka burnunu kapatıp yüzünü buruşturduğunda utanıyorum.

01.08.2006
kayra
kaç yaşına girdi tam bilemeyeceğim. gezginde bir sözcük yüzünden birbirimizi buluşumuzun öncesinde bir çeyrek vardı desek... o günden beri 40 yıllık tanışmış gibi hissettiğim de elde var bir... e biraz da yuvarla... eder gönlümde bir asırlık koca çınar... iyi ki doğdun...


23.07.2006
gönül yarası
-yaraları kaşıyalım -gönül yarası bu yarası kaşınmaz yara kendini kaşır için için kendini kaşır

23.07.2006
korku
hayır korkma ben de korkuyorum sen de korkarsan ben cok korkarım

23.07.2006
şiir
sevgilim yeni şiir doğurdum bir çocuğumuz daha oldu

23.07.2006
oksijen
bu gaz bu oksijen gazı bana dokunuyo beni öldürüyo her nefesimde biraz daha yaklaşıyorum ölüme dokunuyo bana kafa yapıyo biryerlere götürüyo kafa yapınca bişeyler görüyosun ölümler gösteriyo doğumlar gösteriyo sevinçler yaslar gösteriyo gülüşler yaşlar gösteriyo öldürüyor mutluluktan aşktan hüzünden acıdan öldürüyo yerin dibine geçiriyo göklere çıkarıyo bu gaz bu oksijen gazı bana dokunuyo kafa yapıyo beni öldürüyo bana dokunuyo

15.07.2006
hissetmek
his:1 hissetmedim, aslında hissettirildim hissetmedin,aslında hissettirildin hissettim, çünkü hissettirildim hissettin, çünkü hissettirildin hissettim hissetin hissettin hissettim hissettik
his:2 hissetmedim hissettirildim hissetmedin hissettirildin hissettim hissettirildim hissettin hissettirildin bir suç varsa ikimizin neyse cezası, ikimiz de hissedeceğiz ceza hissettirecek hissettirince işin içine o da girecek bir suç varsa üçümüzün olacak: sen ben ve cezanın o vakit iki suç olacak iki suçun cezasını kaç ikimiz hissedecek


15.07.2006
şerefe
proust dendigi de olur prostattan akilda kalsin :)

14.07.2006
hüzün
yuzumde huzunden golgeler varsa o huzun yuzundedir olsa olsa

11.07.2006
kaybetmek
kalem dusurduysem ve dustugu yeri bi turlu bulamiyorsam, yeni bir kalem alip elime, bir oncekini dusurdugum pozisyonu yakalayip yere atarim. genelde bir oncekine yakin bi yerlere duser. bu momentumgillerle mi yoksam murphygillerle mi aciklanir bilmem... bilmem de, diyorum ki, keske bu yontem kaybettigimiz hersey de kullanilabilir olsa...

09.07.2006
uçurtma
inadına çocuktuk gündüzleri kuşları uçurttuk geceleri yıldızları dolamadan elimize gözümüzle inadına çocuktuk sözcüklerimiz vardı kuyruklu, uçuşan bırakıveriyorduk sonsuza sonsuz yeniden doğuyordu dolanıyordu gönlümüze inadına çocuktuk gökyüzü bizimdi mavi bizim uçurtma bizim hepimizin hepimizden doguyorduk hepimize hep

06.07.2006
afyon
okuduğum konu genellemeler ve tüüü kakalaştırmalarla ilgiliydi... hiç düşünmediğim bi pencere açıldı önümde ve bu hoşuma gitti. alacağı afyon miktarına, bağımlılık isteyip istemediğine ve afyonun kullanım amacına aklıselim kişi güzel güzel verir kararını...

06.07.2006
afyon
şimdi bi yerde okudum. hani din afyondur, insanı uyutur gibi bir yaklaşım vardır ya-katılmaz değiliz amma hele bi du dedirtti okuduğum şey, hoşuma gitti bakışaçısı...- şöyle bir açı getirilmiş: afyon bir süre acıyı dindirir, hayata tutunmayi sağlar... hiç düşünmemiştim...

03.07.2006
leman sam
'gel gör beni aşk neyledi', ' rüzgar', 'hey yıllar', ille de 'illa' ve dahası ile translara eşlik eden gül güzeli...

29.06.2006
manu chao
cevap veriyorum: şahaneydi, inanılmazdı, deli deliydi, samimiydi... aldığımız goruntuleri bi yolunu bulup paylaşırız yakında... o kadar kıpır kıpırdı ki kıpırdayamadıgım anlar oldu valla... her ruha lazım...

23.06.2006
desdemona
bu gece kardeş turkuler konserindeydi o. ben yoktum. ama tuttu kolundan onları ta buraya getirdi telefonun ucundan. aglar mı insan guler mi... keliemeler eksik gelir, yurek dar gelir... ne köy olur desdemonadan ne kasaba:), o başlı başına bir dünya... dün degil ya, bugun oldu bu gece, az once.

22.06.2006
yazmak
bi sure nerde dolandigini bilmeden kisik gozlerle gebe gebe gezip, sancilarla kivranip, yureginden aklindan bir cocuk dogurmak... sonra kucagina alip, onu izleyip, aglamak gulmek, buyutmek... iste kunduza yavrusu...

22.06.2006
güneş
"gunese gozlerini dikip bakarsan gozun bozulur.. gozluk takip bakarsan gunes bozulur..."

19.06.2006
alkol
yine mi güzeliz, yine mi çiçek? hamdolsun taze mi bitti topik canın sağolsun amanın yine mi güzeliz, yine mi çiçek? hamdolsun altınbaş kadehe yağ gibi dolsun ... sabah sabah... hayirlara vesile olsun...

15.06.2006
mehmet ali erbil
bu adamin adi bu siteye yakismasa da, "adam" ona yakismasa da... sinirlerim tavan yapti. okumussunuzdur belki gormussunuzdur hatta: " kibri, vicdanından büyük mehmet ali erbil'in... merhameti, kabiliyetinden az... üzerine sahte bir rahmet gibi yağan sahne ışıkları gözünü öyle kör etmiş, insafını öyle köreltmiş ki, maskotunun tumanını taammüden indirip onu donsuz, uluorta rüsva ettikten sonra kıkırdayarak, "yakaladı mı kamera?" diye sorabildi. "iş kazasıdır; canlı yayın cilvesi" diye omuz silkebildi. bir nedamet emaresini bile sadık hilmi'sinden, seyircisinden esirgedi. belki de bu vurdumduymazlıktır, onu gösteri dünyasının kral tahtına oturtan, devirdiği çamların üstünden gamsız atlatan, "oldu bir kere, bir sonraki işe bakalım" diye rahatlatan... yoksa sızlayan bir yürek, servete boğulsa da, kendi yarattığı trajediye kolay katlanamaz. merhamet ile mülkiyet kolay uzlaşamaz. *** yoksulluk her erdemi yer. ama görünen o ki varsıllık da erdem kasesinden besleniyor. insan paranın sahtesini yaptığı gibi, para da insanın sahtesini yapıyor. ama öyledir diye, son skandalı da hafızamıza gömmemeliyiz; tersine bu rezaletten erbil'in çıkaramadığı dersi söküp çıkarmalıyız. evet, bu bir "yol kazası"dır. susurluk da sistemin yol kazasıydı. ve o kaza birikmiş cümle cerahati döktü ortaya... gevrek kahkahalar eşliğinde aşağı çekilen o pantolonun altından çırılçıplak sergilenen de artık miyadını doldurmuş ve bu topluma pahalıya mal olmuş bir yayıncılık zihniyetidir; ki erbil'in seviyesinden başlar, onu istihdam edip şişirenlere dek tırmanır. her gece hem vah vahlayan hem alkışlayan seyirci kitlesinin hayranlığından beslenip tekrarlanır. *** ince hicivle yola çıkıp kaba saba soytarılığa dönüşmüş bir eğlence düşkünlüğünün bataklığındayız artık... pespayelik çukurunun dibindeyiz. öyle bir mezbaha ki kurulan; kurban edilenlerin cellatları da kurban... cellat, çaresizliğin son kertesinde kendisine hayranlık duyan fukaraya, sakata, naçara takla attırıp nafile yalvartarak eğlenirken, onun celladı da onun taklalarını izleyip eğleniyor. ama unutmayın: "yoksulların gözleri" bu hunharlığı izliyor. elbet bir gün yol, kazaya doyacak. ve muhtemelen o gün indirilen, sizin pantolonunuz olacak. " can dundar

14.06.2006
güzellik yarışması
olay mahalli: kaz dağları... kahramanlarımız -in order of appearance-: eris, en kırmızısından bi elma, zeus, hera, paris, athena, venüs nam-ı diğer afrodit... kaz dağlarında kutlanan bi düğüne eris davet edilmeyince hasetinden çatlamiş. ne yapsam ne etsem de fesat soksam diye düşünmüş taşınmış. sonunda bi elmanın üzerine "en güzele" yazıp düğünün orta yerine bırakmış. tabi bu ortalığı karıştırmaya yetmiş. zeus seçecek olmus en güzeli ama herası var ya onun, kafadan ona verse bi türlü, vermese bi türlü. zeus da amma torpil yaptı denecek... bi de ötekiler de el değil nihayetinde. bazen objektif olamaz işte böyle can:) hal böyle olunca paris'e atmış topu.... adaylar; zeus'un herası, athena ve venus... bi telaş almış kızlarımızı:) napsak da paris bizi seçse diye. hera, zenginlik kuvvet vaad etmis. athena, şan şöhret...süslenmiş takmış takıştırmış bizimkiler... dalgaların köpüğünden yaratılan güzellik ve sevgi timsali venüs, güneş de güzellik de balçıkla sıvanamaz onun örtüye ambalaja ihtiyacı yoktur gibisinden bi laflar etmiş, soru-cevap sırası ona gelince. o vakit "herkes kardeş olsun, açlık olmasın" dilekleri o kadar prim yapmıyormuş. bi de bu arada da helen konusu devreye giriyodu sanırsam....ee ne mi olmuş?.. elmayı venüs almış... o zamanlar daha gökten 3 elma düşmüyormuş, hepsi bu yüzden olmuş...


03.06.2006
açlık
linkteki fotografa bakar misiniz diyecegim, daha da bisey diyemeyecegim: http://www.worldpressphoto.nl/index.php?option=com_photogallery&task=view&id=609&ıtemid=137&bandwidth=high

03.06.2006
chambao
ben bilmezdim, evinmtas öğretti. sueño y muero' yu dinledim. bilmiyorum ne der, ne anlatir ama sanki sırtında ellerinde çantalar kapıyı açmışsın, şakır şakır yağmur yağıyormuş, sen bir şehri bırakıp gidiyormuşsun gibi. sonra uçağa biniyormuşsun, şakır şakır yağmurda yükseliyormuşsun gibi. sonra bi anda öyle yükselmişsin ki gri son bulmuş gibi... altında bembeyaz bulutlar kızıllara çalmış güneş, ışıl ışıl gibi...sen öylece kamaşmış camdan bakıyorsun gibi... sonradan not: evin bu kadar olur; senin şu yukardaki müziğin rengi ifadeni görmeden kızıllık yaratmıştı bende de... onu demeye çalışıyordum.

02.06.2006
panta rei
huzurlu bi hissiyatin adi bence... hem biseysin gibi, hem hicbiseysin gibi hissettiriyor... bu da huzur veriyor. "iyi" olan da akiyor "kotu" olan da... "bu su hic durmaz"...

01.06.2006
dadafon
http://www.dadafon.com/eng/audio-video.php "i wish to weep" benim gözdem... factotumdan çıktığımda film kadar, oyunculuk kadar hatta daha bile fazla müzik etkilemişti... filmin dokusuna ancak bu kadar uyumlu olabilirdi sanırım.

01.06.2006
cep telefonu
varlığı bir dert yokluğu yara... atlamak, zıplamak, dans etmek, pisiklet sürmek; eli, cebi, beli boş tutmak lazımsa ve de ne yardan, ne serden geçiliyorsa nereye koycam kısmı bile deli eder... ayak bileğine bağlanan mini bir çantamsı ile bu dertten kurtulabilirsiniz. gerisine karışmıyoruz..

31.05.2006
masa
masanın üstü kadar altı da çok şey alır. küçükken altına girip evcilik oynarsın ama evciliğin ötesinde bişeydir, yeni dünyalar kurarsın. hayallerini koyarsın masanın altına...bükülmüş dudağını koyarsın, çocuk sevinçlerini koyarsın...daha neler neler... masanın altı neler alır neler... bak şimdi bu masanın altına giresim geldi:)

31.05.2006
aşk
ne vakitti bilmem, hayatlara aşık olmaya başladım günün birinde... 'o gün bugündür sevişip çoğalırız'...

31.05.2006
hayat
' ne " hayat "lar sevdim sevdim zaten yoktular böyle bir sevmek görülmemiştir'

31.05.2006
kurşun kalem
içi dolmayan tahta kurşun kalemler -içi dolanlarını tüf tüf olarak seviyoruz. - ... silgili silgisiz... yuvarlak köşeli... küçülmüş minicik kalmış ama bi başka kalemin kapağı takılarak ele gelir hale getirilmiş tahta kurşun kalemler... yanlış yazsan da silgin vardır silersin derler ama bir kanamaya görsün...kanadı mı bir kurşun kalem için için kanar kağıdın üzerine. silsen de izi kalir... kan lekesi çıkmaz...

30.05.2006
hüzün
" bu gemi ne zamandır burada çoktan boşaltmış yükünü gece de olmuş, rıhtım da bomboş mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa arkada, güvertede ah, neresinden baksam sessizlik gene. yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye içerde üç beş kişi yalnızlık üç beş kişi bir kadeh rakı söylerim kendime bir kadeh rakı daha söylerim kendime – söyle be! ne zamandır burda bu gemi – denizin değil hüznün üstünde. belki yarın gidecek bir anı gelecek bir başka anının yerine. insan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine. " edip cansever

30.05.2006
nevzat celik
bkz: anlatamamak

30.05.2006
nevzat celik
simdi tam halini hatirlayamadim ama yaklasik "iki tutuklu pencereden bakiyordu, biri demir parmakliklari, digeri gokyuzunu goruyordu" ben de simdi bunu hissettim


27.05.2006
manu chao
istanbula neylen gidiliyo... yuruyerek mi? gelin hadin... vizeniz ucagınız sizden sorulur da biletleri itinayla alır, geleceğiniz güne kadar gözüm gibi bakarım. ev keyfinize tahsis eder -ama kalabalık ekipler için uyku tulumu lazım gelebilir, 3 öğün yemeği hazır ederim:), kanala sogusun diye bir karpuzu yatırır, bir bankı bir ay boyunca sizin için tutarım. kanal kenarında içilecek şarapları bugunden alır, kalıp kalıp peynire yatırım yaparım. hatta ve hatta isterseniz 3 euroya dunya turuna cıkarken arkanızdan bi kova su dökerim:))

27.05.2006
manu chao
dusunuruz bi guzellik:)

27.05.2006
manu chao
next le 27 hazirana gelince gorulebilir de haber edin yarin satisa cikiyo alalim biletleri.

27.05.2006
manu chao
gezgin kismisinin ne zaman nerde olacagi belli olmaz. demedi demeyin: manu chao 27 haziran'da amsterdam'da: http://www.paradiso.nl/index2.php

26.05.2006
zeze
yazdıklarında sıkca gözgöze gelirsiniz … bi tarafı kalk gidelim coşalım der gibi, bi tarafı kal burda efkarımız var, dem yapacaz iclenecez der gibi… ikisi aynı anda...


26.05.2006
dans
'başka türlü birşey'

18.05.2006
nick cave
go son, go down to the water and see the women weeping there then go up into the mountains the men, they are weeping too. father, why are all the women weeping? they all are weeping for their men then why are all the men there weeping? they are weeping back at them. this is a weeping song a song in which to weep while all the men and women sleep. this is a weeping song but ı won't be weeping long. father why are all the children weeping? they are merely crying son. o, are they merely crying father? yes, true weeping is yet to come. this is a weeping song a song in which to weep while all the little children sleep. this is a weeping song but ı won't be weeping long. o father tell me are you weeping? your face seems wet to touch. o then ı'm so sorry father ı never thought ı hurt you so much. this is a weeping song a song in which to weep while we rock ourselves to sleep. this is a weeping song but ı won't be weeping long no. ı won't be weeping long

16.05.2006
mfö
gül de bir bize diken de bir bunu aşıklar bilir

16.05.2006
kuyu
'deli' bi taş atar, kalır orda... iftira zinhar iftira... o zaman esamesi kalmazdi ki kuyunun, bir türk düşünürünün 'damlaya damlaya göl olur' kuralı gereği, di mi ama... ama doğru, kuyu aynı kuyu değil, deli aynı deli değil, ben de ben değil, bir ben var benden içeri... hal böyleyken, herkes içine doğru bi kuyu... içinde kaç taş var bilinmez bilinmez bilinmez...

15.05.2006
ziya azazi
dansını izlemek şansını yakaladığım, ‘dervish in progress' isimli solo gösterisinde sufi dönüşleri ile büyüleyen, yaptığı dansın aksi kendine yansımış, ayakta alkışlarken ağlatan dansçı. tüm aramalar, yaralanmalar, sürünmeler sonrasında yeni bir "ben" yaratmayı, arınmayı, "aşk" ı bulmayı izlemek insanın içinden kanata kanata zehri söküp atıp oracıkta yeni, gizli birşey koyuyor içine. bu ismi görürseniz bir afişte vs, o performansı kaçırmamanızı öneririm...

15.05.2006
mercan dede
mercan dede dinlemek havuz problemi gibi birşey. trans halinde dans ederken bi musluk deli deli boşaltıyo enerjiyi, bi başka musluk kıvrıla kıvrıla dolduruyo ruhuna da, bedenine de huzur mineralli bişeyler... sonuç: dalgalanmis da durulmus mutlu dingin havuz...

06.05.2006
6 mayıs 1972
ona iyi bak

03.05.2006
deprem
“1 mayis 2003… 6.4 siddetindeki bingol depremi 86 celtiksuyu yıbo ogrencisini uykuda yakaladi. duslerinde carpim tablosunu ezberleyen, yeni ayakkabisina sarilip uyuyan, kayip cetvelini cografya kitabinin arasinda unutttugunu goren, ertesi gun arkadasina ani defterine yazdigi siiri gosterecegini hayal eden cocuklar artik bu evrende soluk alip vermiyor. 1 mayis 2003ten sonra dogan bazi bingollu cocuklar ablalarini, agabeylerini hic tanimadilar. 1.derecedeki deprem kusaginda eksik cimento, eksik demirle, yonetmeliklere aykiri olarak insa edilen binalarin yapimindan sorumlu olanlar okuma hakkini zorlukla elde eden minicik cocuklarin yasam haklarini ellerinden aldi…â€�

27.04.2006
ali ekber çiçek
saygiyla... http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=185577

27.04.2006
haydar haydar
-haydar haydar adli parcaniz bütün dünyanin ilgisini cekiyor. parca konservatuvar giris sinavlarinda soruluyor. tek bir sazi bir orkestra gibi kullanmanizin sirrini, haydar haydar'in öyküsünü anlatir misiniz?
ali ekber cicek: askerden dönmüsüm. 1963 yili. balik pazari'nda hasan tahsin apartmani'nda bir odam vardi. radyodan döner, aksamlari orada biraz demlenir, sazimi elime alirdim. ben, haydar haydar'i o evde tam üc sene boyunca gözyaslarimla bir nakis gibi ilmek ilmek isledim. o dönem ali ekber 'tezenesi' diye bir laf vardi radyoda. ben bu kendi tavrimla, yeni bir seyler yapmak istiyordum. haydar haydar cikti. gece saat dörtlere kadar ugrastim onun icin. kendi ic alemimde, kendi insanligimda yolculuga ciktim. ınsanin varolusunu, kainata gelisini anlatir haydar haydar. dedemden miras bir siirdir o. onu sadelestirdim, üzerinde calistim... böyle bir parca cikti ortaya. radyoya beste girmedigi bir dönemde kabul ettirdigim bir calismadir o. 'haydar haydar'la dünyaya acilis dünyaya acilmam haydar haydar sayesinde oldu. tamburi necdet yasar amerika'ya türk müzigi dersleri vermeye giderken benden icinde haydar haydar'in da oldugu bir bant doldurmami istedi. bir gün tamburi necdet yasar'la birlikte sirtinda uher teyple bu sef de geldi. onun yaninda da caldim. ''ben bunu amerika'da inceledim. 120 farkli enstrümana bu melodi az geliyor. tek sazdan bu melodi nasil cikiyor inanamamistim, simdi inandim'' dedi. türk müzigi tek seslidir savini cürütmüstü haydar haydar. sazi nasil kullandiginiz önemli.

19.04.2006
langırt
masa futbolu bence müsabaka öncesi, hani vardır ya; sağ elini aşağı yukarı sürterken sol elini büzüp kaldırıp indirirsin, işte öyle antreman yapılmalı... hatta maç bittiğinde o masayı kaldırıp devirmek için de ağırlık çalışılmalı:) bi canavar yaratıyo bu oyun...

19.04.2006
perspektif
bazı bakışaçısı, bakış acısı oluyor...

18.04.2006
madurodam
miniatürk'ün hollanda versiyonu. aslinda miniatürk'e madurodam'ın türkiye versiyonu demek daha doğru olacak galiba kronoloji ve esin açısından... hatta daha ileri gidip; geriye gidilecek olursa, madurodam'ın da esin kaynağı ve öncülü ingiltere'nin beaconsfield'iymiş. hem bakımevlerine, hastanelere, vakiflara gelir oluşturması hem de savaşta ölen oğullarının anısına bir anıt olması amaçlı maduro ailesi ve boon van der starp tarafindan 1952'de açılmış. hollanda'nin değişik noktalarındaki mimarinin, dokunun ilmik ilmik, en ince ayrıntıya kadar maketlere yansıtıldığı bu müze parkta insanın kendisini gullivermiş ve de lilliput'taymış gibi hissetmesi kaçınılmaz sanırım...

14.04.2006
bilardo
bkz: semih saygıner

14.04.2006
yeni türkü
gözlerim doluyor aşkımın şiddetinden aglamak istiyorum

13.04.2006
çocuk bayramı
cok az kaldi cocuk bayramina... bu basligi yukari cekip hatirlatmak istedim. bisey yapmali... bisey yapmali...

13.04.2006
rembrandt
golgelerin gucu adina.. guc bende artik:)

13.04.2006
yeni delhi
hindistan baskenti

13.04.2006
mektup
"bana bir mektup geldi icinden ben ciktim" özdemir asaf


11.04.2006
astika
ooo ooo ooo mastika mastika ooo ooo ooo şişe dolu mastika

11.04.2006
ulaşmak
emir kipine batırılınca, deniz gibi, eylem gibi, özgür gibi güzel renk veren bi isim olur...

10.04.2006
kul
''...kula kulluk edene yazzıklar olsun...''

07.04.2006
vicdani ret
''Yeni Aktüel'' adlı dergide Perihan Mağden tarafından yazılan ''Vicdani red bir insan hakkıdır'' başlıklı yazının, ''halkı basın yoluyla askerlik hizmetinden soğutacak'' etkinlikte yazıldığı gerekcesiyle yazar hakkinda dava acildi diyor, ozetle asagidaki haber: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/alarmnews.aspx?DocID=4212868 bahse konu yazi da asagida yer aliyor: http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=1&ArsivAnaID=30368

06.04.2006
gene pitney
dun gece elime geldi geldi gitti yayindayken... ölmus...

06.04.2006
müdür
müdür ozkul

05.04.2006
before sunset
evet, yorumlarina katiliyorum ama bana yuzlesmek hic iyi gelmedi...

05.04.2006
before sunset
izlemedim izlemedim sonunda bi halt ettim... before sunrise in agiz kulaklarda masuk masuk izlenen havasi bu filmde yok. oyle ayri bir film gibi izlemek de hikayeymis.. bence birakiniz before sunrise'da kalsinlar...

03.04.2006
aikido
benim merak ettigim birsey var. bilmedigimden soruyorum: savunma sanatı ya aikido... aikido turnuvaları nasıl oluyo, aikido musabakalari? iki taraf da saldırmıyorsa...

03.04.2006
herzevekil
kendisini ilgilendirmeyen ne demek? ilgilenmisse ilgilendirmis olmuyor mu?

01.04.2006
yenilenme
duydugumda vuruldugum bir sozu paylasmak istedim ve en uygun yer bu baslik gibi geldi: "when the walls of your house collapse and fall on you, you lost your security but you gain a view"

01.04.2006
türkü
''... sairim zifiri karanlikta gelse siirin hasi ayak seslerinden tanirim ne zaman bir koy turkusu duysam sairligimden utanirim ..." bedri rahmi eyüboğlu

31.03.2006
kanguru
soylenise gore, beyazlar avustralya'ya ayak bastiklarinda etrafta zip zip dolasan bu hayvanlari gorunce gozlerine inanamaz ve hayretle bir aborjine ziplayan bu hayvanin ne oldugunu sorar. cevap; kanguru olarak gelir. ama kanguru kangurunun adi degil, yerli dilde "anlamiyorum" demektir.

31.03.2006
koala
koala, "su icmeyen" demekmis ve isim burdan geliyormus... avustralyalilarin rahatliklari da koalalardan geliyormus:)

27.03.2006
duke ellington
cazın piyanonun dük'ü...

27.03.2006
karavan
duke ellington'ın da var... pek güzel...

27.03.2006
spor
eğrelti otu sporla çoğalır... mutluluk da...

27.03.2006
corap
kar vakti dağ kampı yapacaksanız aman diyim içinize külotlu çorap giymeyin...ıslanıyo o ayaklar. hele de giymeyin dedikçe giydiyseniz, salaklığı ele vermeyim deyip kendinizi deşifre de edemiyorsanız parmak elden gidecek kıvama gelebiliyor. ama çaresi yok değil tabi. tenha bi an kollayıp buldugunuz ilk çakı ile çorabın ayak kısımlarını kesip atabilirsiniz. o esnada hay akılsız başım repliğini n kere tekrar edebilirsiniz. hakkaten de akılsız başın cezasını ayaklar çekiyor-muş...

26.03.2006
trainspotting
tuvalet sahnesi fena yapışkan, 'bad trip' malzemesi olabiliyo...

26.03.2006
özlem
bi nevi tırnak... nerde olduğun farketmez, dibinde ya da teee ötede. uzar durur. bazı cok uzar, yapamazsın daha fazla...illa ki kesmek gerekir.dibinden kesesin gelir. ama dibinde olsan da dibinden kessen de fayda etmez... kessen de yine uzar. sessiz sessiz uzar. bazı suyun içinde bi anda uzar... hep uzar...nereye gitsen yanında götürürsün o uzar...

23.03.2006
su
22 mart dunya su gunuymus... boyle gunlerin olmasi ne garip... boyle gunlere ihtiyac duymak ne garip... bugun 2.3 milyar kisi saglikli suya hasretmis, yilda 7 milyon kisi suyla ilgili hastaliklardan hayatini kaybediyormus... garip degil aslinda...

22.03.2006
şiir
şiir; yazanın değil, yazılılanın... okuyanın değil, okunulanın...

21.03.2006
kısaltma
iyidir hoştur da tşk gibi kısaltmalardan haz etmiyorum mesela, edeceksen adam gibi ağız dolusu teşekkür et, de mi?

19.03.2006
baraka
1992 yapımı ron fricke şaheseri... sonsuz huzur, kutsanmışlık, bozulmamışlık ve için için kallavi küfürlerimin yanyana duruşu... bir buçuk saat ne baraka tek kelime etti, ne ben... gittik geldik diyar diyar kilometrelerce...hele içimdeki gel-gitleri de sayarsak -ki onlar baya bi yekün tutuyor- çok yorgunum çok... için için cümlemize çok küfür ettim insanoğlu çok... insanoğlu bilesin...

15.03.2006
tarçın
nerde bir tarcin kokusu duysam orasi sobanin kenarinda salep icelen minder oluveriyor...

14.03.2006
münir özkul
mahmut hoca

14.03.2006
turşu
bi limon bi turşu... var mı bu başlığı görüp de ağzı sulanmayan:) münir özkullu adile naşitli iyisi sirkeli mi limonlu mu olmalı tartışması yıllara sari olmuş, turşusu kuralacak kıvama gelmiştir. bu tartışmadan uzak durulup, bulundu mu turşu güzelce yenilmeli, yatmadan önce bir koca bardak su başucunuzda hazır edilmelidir..

14.03.2006
rembrandt
haddimi aşıyorum ve iddia ediyorum: rembrandt'ın ışık ve gölgelerinden gözlerinizin kamaşmaması mümkün değil...ama bir o kadar da kasvetli... 400. dogum yılı kutlanırken eczacıbaşı sanal müzesinde sanatcının eserleri gezilip görülebilir. eczacıbaşı sanal müzesini tarif ediyorum. bu satıra arkanız dönükken tam karşınızda sağda. http://www.sanalmuze.org

13.03.2006
maske
genelde ardında bişeyler saklar, inanilmaz, hinlik aranır, korkulur bazı arkasında saklanandan... korkulacak bişey yoktur...saklamaz onlar. gösterir hatta. oyunlara alınmaz, en yakın arkadaşlarının anneleri kendi çocuklarına da bulaşacak diye, uzaklaştırır candostlarını... onlar lösemili çocuklar... maskeleri kendilerini korumak için, korkun ellerinden arkadaşlarını alın diye değil...

09.03.2006
yakın
yakınma... 'karanlığa mum yak'...

07.03.2006
cindy sheehan
ağustos'05 de bush'un teksas'daki çiftliği önünde yaptığı savaş aleyhtarı gösteri sonrasında uluslararası arenanın dikkatini çeken barış annesinin, bush'un annesine yazdığı mektuplardan kıvılcımlanan öyküsü dario fo tarafından "peace mum" adıyla oyunlaştırılmıştı. cindy sheehan, savaş karşıtlarının rosa parks ı olarak nitelendiriliyor. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/alarmnews.aspx?DocID=4037662

06.03.2006
biyodizel
kuş gribi sonrasında tavuk yetiştiren firmalarca bir anda popülerleşen biyodizel nedir: http://www.ntvmsnbc.com/news/362385.asp

05.03.2006
kapıcı
ekmek parası, arz-talep bir kenara... mevcut durumda kapıcılık görevini icra edenlere iyi gelmeyebilir ama vücut ve zihin sağlığı yerinde olan apartman vb sakinlerinin tıpış tıpış kendi işlerini kendilerinin görmelerinden yanayım...

26.02.2006
işkence
keşke işkenceyi sadece marangozların sandalye masa vesaire yaparken bacakla gövgeyi birleştirmek için, sıkıştırma amaçlı kullandıkları alet olarak biliyor olsaydık...

24.02.2006
the constant gardener
http://www.amazon.com/gp/product/b000005p64/103-5111283-8159812?v=glance&n=5174
sayfanin ortasIndaki listen to samples'dan, kothbiro'nun bi tadina huznune bakmanizi oneririm.

24.02.2006
cunda adası
ayvalıktan bindigimiz belediye otobüsü tıklım tıkıştı. sırt çantalarımız falan filan derken biraz da biz tıklım tıkış yapmıştık ortalığı. cunda'ya gelene kadar yanda oturan yaşlı amca uyuyakalmıştı. biraz bekledik uyandı. bi gülümsedi bize eksik dişleri ile, 'uyuyakalmışım ben' dedi bi de sevimli sevimli. bi anda kayboluverdi sonra. adayı tavafımızın aşıklar tepesi kısmından dönerken yine rastlaştık o amca ile. kasketini çıkardı diye bi an tanıyamadık biz onu, o bizi tanıdı, 'hani uyuyakaldımdı ya hani ben otobüste' dedi. yine güldü eksik dişleri ile, bu kez yanında eşeği ile. evine buyur etti, suyunu içtik, hoşsohbetini bizden esirgemedi. fotoğraflarını gösterdi oğullarının, çoktan toprak olmus eşinin. yalnızlık vardı evinde. sırtımızı sıvazladı. biz de onun...yalnızlık vardı sırtımızda. sakızlı dondurmasından papalinasından çok, cunda benim icin kemal amca...

23.02.2006
stephen hawking
alt alta stephen king ve the hole başlıkları duruyoken bu karadelikçi çağrışmasın da dursun bakalım duruyosa...

23.02.2006
yenilenme
(bkz.:rönesans)

23.02.2006
ninni
tüketme nefesini, maviş kızım, bildiğin türkçe kıt gelir masallarıma. sözden sazdan anlamazsın, kuştan, yapraktan haberin yok. biz yaşlılar neler de bilmeyiz, hele sen belle dilimizi. biliriz de güzel güzel laf etmesini, çekiniriz konuşmaktan; yazmasını bilir, yazamayız, üzme beni yum gözlerini, uyutacak ninnilerim yok. türküler mi istersin benden, bağrıyanık memleket türküleri, ne arasın bizde o ses ıslıkla söylenir kaçak şarkılar mı istersin; bunlar size gelmez uykusunu kaçırır çocukların. sana hazır ninniler söylesem bahçeye kurdum desem salıncak, inanır mısın? ne bahçe var, ne de beşik... bir arabacık da mı istemezdi şu asfalt? yorganın, yatağın iğreti, doğdun doğalı, ne oyun gördün, ne oyuncak! uyu benim maviş kızım. dem geçecek, devran geçecek, keloğlan murada erecek, sökülecek hasbahçenin çitleri ağlayan nar gülecek! rıfat ılgaz

22.02.2006
bozkır
bozkır solumak zor sevdalıyken denizkızına ''tek kelime etmedin bozkır denen bu diyarda ah su samuru bilirim ne zordur solumak burayı hem de sevdalıyken bir denizkızına''

22.02.2006
yumuşak g
hhhggg diye dile gelen bi harfe niye yumuşak diyoruz ki... tek başına yaşama hakkı yok sanki bu harfin, 'ğ' diye başlık açmaya yeltenince 'd' diye açılıyo... böyle de bişey öğrendim. bana kalmasın... yumuşak olmayan g ye sona kalma hakkı verilmemişken halis muhlis türkçe kelimelerde, yumuşak g de bi türlü başı çekemez...

22.02.2006

zaman aşımı
dümen ve de sümen

22.02.2006
genç
bakınız: nihat genç

22.02.2006
ali rıza binboğa
'baharım sensin' derdi ayrıca

22.02.2006
son
bir bitiş ama bitmek var ya bitmek; pamuklar arasına koyup her gün su verdiğin fasulyenin bitmesi mesela... baharım sensin güllerim bitsin mesela...

21.02.2006
taraf
bir taraf en az iki taraf...

20.02.2006
brokeback mountain
kesinlikle katılıyorum ki; bar, klup, yoz ilişkiler vs eşliğinde verilen eşcinsellik, brokeback mountain'da farklı verilmiş, güzel olmuş, emeği geçenlerin ellerine sağlık. ama filmi yeterince duygusal bulmadığımı da söyleyebilirim yani beklediğim kadar degildi. özellikle arkada bıraktıkları ya da bırakmadıkları eş ve çocuklarına karşı hissettikleri, gelgitleri daha yogun verilebilirdi bence. o taraf biraz ruhsuz kalmış kanımca... ayrıca 9 yaşındayken -mi ne hatırlayamıyorum tam- gördüğü sahne 'nasıl tabu yaratılır'a can yakan bir örnek...

16.02.2006
mat
dağ döşeği

16.02.2006
pat
arka arkaya iki kere söylersen mini traktör oluyor. açıklanası daha teknik ayrılıkları benzerlikleri vardır elbet ama en önemli ayrılık pat patın çalışırken pat pat diye ses çıkarması...

15.02.2006
ölümsüzlük
the gods envy us. they envy us because we're mortal, because any moment might be our last. everything is more beautiful because we're doomed. - troy

15.02.2006
koska
mini mini şekerler vardı, minik kutusu vardı, önlüğün cebine mendil yerine koyardın... ama ne zaman ki tırnak kontrolu yapılır o zaman mendil yerinden bu şekerler çıkınca öylece kalakalırdın. hey hey de hey...

15.02.2006
koska
balığın artcısı(ydı)

13.02.2006

erkan oğur
'pencereden kar geliyor' deyince daha bişey diyemiyorum...

12.02.2006
ram olmak
beni yak kendini yak her şeyi yak bir kıvılcım yeter ben hazırım bak ister öp okşa istersen öldür aşk için ölmeli aşk o zaman aşk aşk için ölmeli aşk o zaman aşk seni içime çektim bir nefeste yüreğim tutuklu göğsüm kafeste yanacağız ikimizde ateşte bir kıvılcım yeter hazırım bak aşk için ölmeli aşk o zaman aşk aşk için ölmeli aşk o zaman aşk allahım allahım ateşlere yürüyorum allahım acı ile aşk ile büyüyorum beni yor hasretinle sevginle yor sevgisizlik ayrılıktan daha zor dilediğin kadar acıt canımı yokluğunda varlığın da yetmiyor yokluğunda varlığın da yetmiyor

12.02.2006
zaanse schans
içinde olmak istenen bir resim gibi, hollanda'nın bir müze köyü. burda o meşhur yeldeğirmenlerinin yarattığı manzaranın bir parçası olmak hatta boya imalatı için kullanılan bir yeldeğirmenin içini gezmek, balkonumsusuna çıkıp rüzgarı damarlarınızda hissetmek mümkün... yeldeğirmenleri ile kapışmak isteyen de çıkabilir:) içinizde dolaşan rüzgarı bizzat peynir yapımına şahit olarak mideye indirdiğiniz peynirlerle dindirebilirsiniz.

12.02.2006
marken
hollanda'nın kuzeyinde turizm ağır basmadan önce balıkçılıkla geçinen şirin bir adacık... anakara ile yapılan otoyol bağlantısında yol alırken cunda adası'na gidiyormuşsunuz gibi oluyor bi an... adanın içleri de bi yerinden kışın büyükada'ya gitmişsiniz hissi veriyor. yeşil ve siyah boyalı nar kiremitli evlerin arasında yürürken, sanki bir dekorun ya da maketlerin etrafında geziyormuş gibi oluyorsunuz. bu kadar şablon bir görüntü bir miktar yapay bir hava verse de kapışan bir ördekle kedi arasında ördeğin tarafını tutan bir arabuluculuk görevi üstlenince ördekle arkadaş olabiliyorsunuz. yol boyunca paytak paytak o da eşlik ediyor size. kuğular, ördekler, habire lüpürdeten koyunlar, bacasından odun kokusu tüttüren evleri ile huzurlu bir köy... o kadar huzurlu ki ben gibileri huzursuz bile ediyor...

09.02.2006
ayar
titre ve kendine gel

09.02.2006
rüzgar
'homosapiens non urinat in ventum' insaoglu ruzgara karsi isemez... yani isememeli. yani iyi olmaz...

07.02.2006
fare
ne fareler ve insanlar, ne yeşil yol, ne amores perros, ne uzak, ne çizgi filmler, ne fare doğuran dağlar hiçbiri hiçbiri degil...bizzat kendisi... o tıpır tıpır koştu ben çığlık attım, o çığlıktan korktu koştu ben tıpır tıpır titredim... çok korkunç çok çok korkunç... hayır hayır buraya tıkladıgım fare degil fare degil... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10... derin nefes... şımarıklık yok... derin nefes... fare yok fare yok... fareli köyün kavalcısı duy sesimi de çal yanık yanık damardan... oyyy oyyy... derin nefes... ...

07.02.2006
çitlembik
kahverengi minik meyveleri olan -meyve değildir belki- altından yukarı dogru baktıgında onun da sana baktıgının farkına vardığın koca ağaç...

07.02.2006
tabu
dokunulmaz olan, yasaklanan...

07.02.2006
ku klux klan
" biz kendi topraklarımızda yaşayıp gidiyorduk.. bir gün ‘beyaz adam' elinde incille geldi. ve bize gözleri kapalı dua etmesini öğretti. gözlerimizi açtığımızda, bizim elimizde incil vardı. beyaz adamın ellerinde ise bizim topraklarımız...â€�

07.02.2006
kapari
sekil itibari ile bezelyeyi andiran, ama tostoparlak olmayan yesilimtrak vitamin deposu cicek tohumu. salata ve balikgillerde eser miktarda kullanilmasi ciddi farklar yaratabiliyor. asortik bisi gibi algiladigimdan ithal bir urun oldugunu sanirdim. oysa turkiye'de gani gani yetisiyormus hem de kendiliginden. yasasin calilar cirpilar...

06.02.2006
fernando meirelles
bkz.: tanrı kent "cidade de deus" -- böyle bir başlık var ama link çalışmıyor-- bkz.: the constant gardener

06.02.2006
the constant gardener
bir fernando meirelles filmi... ruh hali gök gürültülü ve sağnak yağışlı... hatta bir anlık değil muson yağmuru gibi... müzikleri de oldukça başarılı... günler oldu göreli ama hala bir çift göz saplı duruyor yüreğimde... uçaktan sıyrılıp 'ait olduğu yere' koşan çocuğa ait...

06.02.2006
aşık mahzuni şerif
mevlam gül diyerek iki göz vermiş bilmem ağlasam mı ağlamasam mı dura dura bir sel oldum erenler bilmem çağlasam mı çağlamasam mı yoksulun sırtından doyan doyana bunu gören yürek nasıl dayana yiğit muhtaç olmuş kuru soğana bilmem söylesem mi söylemesem mi mahzuni şerifim dindir acını bazı acılardan al ilacını pir sultanlar gibi dar ağacını bilmem boylasam mı boylamasam mı

04.02.2006
tortu
yasanmislik kaniti

31.01.2006
madagascar
özel isimlerde iyi değilimdir, kusura bakmasınlar cins olanlarından gideceğim: zebra çok temiz, çok saf, tam bir çocuk, hayalleri var. sevimli inatçiliklari var. zürafa, çıt kırıldım; hipopotam, ara bulucu; aslan gelgitli, şovmen... başrolde bu dörtlü ama bence karizmatik, cin penguenler ve dansçı kivrak sincaplar cidden es geçilir gibi degil... hele penguenlerin son sahnedeki sözleri...

30.01.2006
penguen
march of the penguins isimli belgeseli tüm penguenseverlere tavsiye ederim.

29.01.2006
kar
'' ... sen de karlar gibisin uzak göklerden gelen ışıklar gibisin ne zamandır gönlün geçti sokaklardan bir gün gün deyip geçemediğin bir gün yağmur tanelerinden kar tanelerinden birine bilet alıp geleceksin ... '' afşar timuçin

29.01.2006
turgut berkes
tını, kış neden var, beni yıllar öncesinin bir çiçek yılı sonra isimli, müzikleri murat özyüksel'ce yapılan lavinialı, harbe giden sarı saçlı çocuklu albüme götürdü...

27.01.2006
evo morales
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/3851875.asp

26.01.2006
tetris
hey gidi kutu kutu pense...

24.01.2006
satranç
kasparov

24.01.2006
satranç
8x8

24.01.2006
kale
bi sagda bi solda, bi karşı sagda bi karşı solda butun heybeti ile duran burnunun dikine giden satranç kalelerini de saygıyla anmadan geçemeyecegim...

24.01.2006
kale
hijyen takıntılı olmayanlar için rumelihisarında yanına dostlarının yanısıra denizi alarak uzata uzata kahvaltı edebilecegin ticarethane...

24.01.2006
evo morales
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=176488

22.01.2006
mikado
kirpit çıbıklarıylan yapsak...


20.01.2006
panduf
çikolatadaki rüzgarın kızının kızının kangurusunun adı

20.01.2006
fanzin
merdivenaltı

20.01.2006
giora feidman
klarnet dile gelir mi? gelir... ağlar mı? ağlar... e güler de... e cilve de yapar, usulca uzaklaşır da... gerdan kırar kıvrılır kırılır da...

19.01.2006
kararsızlık
yok yok kararsızlıkta yirmi yaş dişlerinin üzerine tanımıyorum galiba

18.01.2006
roxy
barı taburesi gibi demirbaş olmuş müdavimleri olan (bkz.: eray özbal), bolca cure ve depeche çalan, habire uzak diyarlardan gelen muzik gruplarini agirlayan, girmek ayri bi dert cıkmak ayrı bi dert, dönem dönem acayip güzel, dönem dönem acayip züppe olan istanbul mekanı

18.01.2006
chumbawamba
stigmata'daki mary mary leri kopuk ki kopuk...

18.01.2006
cape verde
(bkz.: yeşil burun) 1975e kadar portekiz somurgesinde kalmis, bu tarihte bagimsizlik kazanmis, kurak fakir ve hatta yardima muhtac bir ulke. ayni zamanda cesaria evora' nin memleketi

18.01.2006
yeşil burun
atlas okyanusunda senegal ve moritanya aciklarinda olarak koordinat verilebilecek, bir afrika ulkesi olan cape verde'nin diger adi.

17.01.2006
serkisof
serkisof olması şart değil, herhangi bir köstekli saatle 2-5 yas grubu ağlayan çocukları kucağa almak suretiyle hem saatin tik tiklerini dinletip hem de kösteğine dikkat cekip susturmak mümkün... dedemden biliyorum...

16.01.2006
adrien brody
bu adamın gözleri 'akıyor'...

15.01.2006
kaybetmek
of all the things ı've lost, ı miss my mind the most
12.01.2006

çalım
futbol nanik+i, basketbol feyki

12.01.2006
kostak
boşa kostaklanma, kostak değilsin kostak: bildiğin çalım... o değil o değil, öbürü... hava caka...


10.01.2006
akhilleus
yukarıdaki ifade bir şarkıdan alıntı... aşil.. akilis...akhilleus... achilles...

09.01.2006
oksimoron
kıyısız deniz

09.01.2006
akhilleus
''...aşil topuğum aşktı...''
09.01.2006

akhilleus
brad pitt :)
topuğundan tutularak ölümsüzlüğe batırıldıgı için yalnızca topuğuna ok işleyen yunan kahramanı...

09.01.2006
sosrikua
biraz prometheus, biraz akhilleus... kuzey kafkasyalı...


09.01.2006
sadakat
''your loyalty is not to me, but to the stars above''

06.01.2006
esperanto
böyle birşey ne kadar başarılı oldu/olur, ortak kültür (?) vb konusunda yorumum yok. bildiğim; her dilde gülümsemek, gülmek, ağlamak- gözyaşlarımızın tadı aynı diyor ya-, gıdgıdgıdak -yumurtam sıcak diyor ya-aynı...

06.01.2006
belik
simmmdiiii...once saclarini topluyosun, cikan sonucu ikiye boluyosun. sonra cikan sayiyi tekrar uce boluyosun. bastan topladiktan sonra altiya bolsen de olur elbet. herbirini birbiri ile carpiyosun. birini digerinden cikariyosun. iste bulup da cerceveledigin herbir sonucun adi belik...

05.01.2006
martin luther king
* dr.martin luther king, jr. (15 ocak, 1929 – 4 nisan, 1968) amerikalı siyah baptist rahip ve amerikan yurttaş hakları hareketi önderi. ırkların eşitliği inancı için çabalamış, haksızlıklara karşı şiddeti öngörmeyen direnişi savunmuştur. alabama eyaletinin montgomery kentinde ilk protesto gösterilerini düzenleyen king, georgia eyaletinin atlanta şehrinde barışçı eylemleriyle tanındı. king, daha sonra washington, d.c.'de ağustos 1963'te lincoln anıtı'nın önünde ünlü “bir rüyam varâ€� konuşmasını yaptı. martin luther king'in başlattığı barış yanlısı protesto eylemleri, 1964 yurttaş hakları yasası'nın çıkmasını sağlamıştır. yasayla amerika birleşik devletleri'nde ırk ayrımcılığı yasaklanmıştır. insan hakları için ve siyahların ikinci sınıf vatandaş olmaktan çıkarılması için yaptığı çalışmalarla king, 1964 nobel barış ödülüne layık görülmüştür. martin luther king tennessee eyaletinin memphis kentinde 4 nisan 1968'de bir suikast sonucu yaşamını yitirdi. 1986'dan beri her yıl ocak ayının üçüncü pazartesi günü abd'de king'in doğum gününde medeni haklar lideri ve yaşamı boyunca savunduğu idealler anılıyor, konuşuluyor, king'in barış sevgisi dile getiriliyor. * wikipedia'dan

05.01.2006
martin luther king
16 ocak 2006; bu yilki martin luther king gunu amerika'da...

05.01.2006
evinmtas
uzak yakın demeden insanı mutlu eden, kapımdan atılan kartı ilmikleyen, derin, duru dupduru guzel insan... pedal çevirirken de, şarap içerken de, offffff çekip karşıki dağların mukavemetini ölçerken de, yüzünü güneşe dönüp bi yandan bi efilti beklerken de, dağ başını duman almışken de, daralmışken de, coşmusken de, eller cepte istiklalde yürürken de, komşunun bahçesinden ceplere göz hakkı erik doldururken de, bu böyle gitmez derken de, hadi gidelim derken de... bulunmaz hint kumaşıgillerden... bu böyle gider... seviyorum...

02.01.2006
rosa parks
bir beyaz ve bir siyah bir otobüse nasıl biner? rosa parks'ın kıvılcımlandırdığı otobüs boykotundan önce:beyazlar öne, siyahlar arkaya...ön kısım koltuklu iken arka kısım ayakta gidebilecek biçimde koltuksuz ve birkac koltuk... siyahlar, ön kısmın dolması durumunda, o birkaç koltuklarından kalkarak beyazlara yer verir... siyahlar otobüse arka kapıdan -hatta parasını ön kapıdan verip, dışarıdan dolaşarak arka kapıdan- biner... 1955 yılında, bindiği otobüste ayakta kalan beyaza yer vermeyerek 381 gün boyunca martin luther king öncülüğünde sürecek bir boykotun temellerini atan,ırkçılığa sıkı bir tekme atan, sivil itaatsizlik/ğin anası olarak anılan, ekim'05 e kadar onurlu bir yaşam sürmüş güzel insan...

02.01.2006
sivil itaatsizlik
(bkz.: martin luther king) (bkz.: rosa parks)

02.01.2006
martin luther king
"ı have a dream... ı have a dream that one day little black boys and black girls will be able to join hands with little white boys and white girls as sisters and brothers. ı have a dream today"

02.01.2006
kibrit
kibrit başlığını görüp kibritçi kızı anmadan geçmek olmaz. hele de bir yılbaşı ertesi... soğuktan büzüldüğü köşede ısınmak için kibritlerini yakar tek tek... herbirinin alevinde hayallere dalar... sonra mı? sonra pamuk ninesi gelir 'alır' onu. geride gürül gürül ağlayan bir kız çocuğu bırakır...

2007 gezgin notlari

28.08.2007
leonard cohen
şiirin müziği denirse eğer, nazım hikmet gelecektir akla. cohen dinlerken; insan neredeyse nazım'ın kendi sesinden şiirlerini dinlermiş gibi yahut ruhi su'nun, sümeyra'nın seslendirdiği nazım şiirlerini dinler gibi hissediyor, o iç uyaklarda, vurgularda... örnek için, bkz: famous blue raincoat ya da bana öyle geliyor... gelir öyle arada...

27.08.2007
yusuf halaçoğlu
"maalesef" sozcugunu bilime kazandirmis yuceturk!

27.08.2007
güneş
güneşim ayım sana ışık olsun sıcak kumum yoluna açık olsun okşarım tenini rüzgarlarımla susuz kaldı sularım dudaklarına ah o gözlerin arasın beni izlesin peşime düşsün ah o dudakların gelsin bulsun tatsın ve öpsün beni al bulutlarım sana yatak olsun yumuşacık sessizce üstünü örtsün ateşim aşkına kıvılcım olsun sonsuz yansın yüreğinde hayata doysun ah o gözlerin arasın beni izlesin pesime düşsün ah o dudakların gelsin bulsun tatsın ve öpsün beni

27.08.2007
alıç
iyi ki bi çocuk oldum yani... anlata anlata hatırlaya hatırlaya bitmiyor... görmemişin bir cocuklugu olmuş işte... sımsıkı tutuyor, bir türlü kopmuyor:) (*) ... şimdi hangi kitaplardan ögreneceksiniz onu, gelmiyorsa bazi seyler çocukluktan geçerek. ... dese de şair, bilenlere hatırlatıp, bilmeyenlerin etraflarına daha alıcı gözle bakıp alıcı farketmelerini saglayabiliriz belkim. şimdik bu alıç, bir çeşit kolyedir. unisex bir kolyedir hem de, aynı model kıza da erkeğe de pek guzel olur. okul bahcesinde önüme gelene bir tekme arkama gelene iki tekme şarkıları eşliginde yururken bir boncuk koparırsın kolyeden lüppp diye ağzına atarsın... mmmm, ekşimtrak mı tatlımtrak mı, sarımtrak mı kırmızımtrak mı... öyle bisey işte... dağlara dikkat daha dikkat... sonbaharda özellikle... demedi demeyin, alıcı gözle alıçlara, haydi yallah hop hop...heeyyy hoooppp heyyy hoppp... (*) behçet necatigil - küskün yolcunun türküsü

27.08.2007
lili marlane
tam da famous blue raincoat sarkısından bahsettikten sonra chelsea hotel başlıgı altında, lili marlene e not düşesim gelmişti, idil cok yaşa mutlu mutlu... o zaman şunu söyleyeyim şöyle ellerimi kollarımı aça aça: biz insanlar yemin ettik imanımız var hürriyet için hürriyet aşkına ...

27.08.2007
chelsea hotel
222 west 23rd st, new york city famous blue raincoat şarkısını söyleyerekten clinton caddesinden geçerken de, hotel chelsea'yi tavaf ederken de leonard cohen hep tepemizden bakıyordu - böyle deyince de içim bi tuhaf oldu ama bu tepeden bakma öyle tepeden bakma değil çok şükür.- üstelik chelsea hotelde yanlız da değildi. kimler yoktu ki: bob dylanlar mı istersin, dylan thomaslar mı, janis joplinler mi jimi hendirixler mi, sid viciouslar mı... duyan gelmiş... duvarların dili olsa da konuşsa...

27.08.2007
janis joplin
chelsea hotel # 2 I remember you well in the chelsea hotel, you were talking so brave and so sweet, giving me head on the unmade bed, while the limousines wait in the street. those were the reasons and that was new york, we were running for the money and the flesh. and that was called love for the workers in song probably still is for those of them left. ah but you got away, didn't you babe, you just turned your back on the crowd, you got away, I never once heard you say, I need you, I don't need you, I need you, I don't need you and all of that jiving around. I remember you well in the Chelsea Hotel you were famous, your heart was a legend. You told me again you preferred handsome men but for me you would make an exception. and clenching your fist for the ones like us who are oppressed by the figures of beauty, you fixed yourself, you said, "Well never mind, we are ugly but we have the music." ah but you got away, didn't you babe, you just turned your back on the crowd, you got away, I never once heard you say, I need you, I don't need you, I need you, I don't need you and all of that jiving around. I don't mean to suggest that I loved you the best, I can't keep track of each fallen robin. I remember you well in the chelsea hotel, that's all, I don't even think of you that often. © by leonard cohen.

21.08.2007
atom bombası
japon balıkçısı denizde bir bulutun öldürdüğü japon balıkçısı genç bir adamdı. dostlarından dinledim bu türküyü pasifik'te sapsarı bir akşamdı. balık tuttuk yiyen ölür. elimize değen ölür. bu gemi bir kara tabut, lumbarından giren ölür. balık tuttuk yiyen ölür, birden değil, ağır ağır, etleri çürür, dağılır. balık tuttuk yiyen ölür. elimize değen ölür. tuzla, güneşle yıkanan bu vefalı, bu çalışkan elimize değen ölür. birden değil, ağır ağır, etleri çürür, dağılır. elimize değen ölür... badem gözlüm, beni unut. bu gemi bir kara tabut, lumbarından giren ölür. üstümüzden geçti bulut. badem gözlüm beni unut. boynuma sarılma, gülüm, benden sana geçer ölüm. badem gözlüm beni unut. bu gemi bir kara tabut. badem gözlüm beni unut. çürük yumurtadan çürük, benden yapacağın çocuk. bu gemi bir kara tabut. bu deniz bir ölü deniz. insanlar ey, nerdesiniz? nerdesiniz? nazım hikmet

09.08.2007
asfalya
bunun atmasi olur... ziplamasi olur... tel sarmasi olur...

05.08.2007
kayra
evet evet biz cok benziyoruz. fotograflarını gordugumde saskına donuyorum her defasında...

04.08.2007
masumiyet
hep denedin hep yenildin olsun gene dene gene yenil daha iyi yenil samuel beckett

26.07.2007
savunma mekanizması
bunye bi uykuya vurur kendini, bi bakmisin bi uyuyan guzel edalari, uyuyunca gececek sanki. ya da ne bileyim, bi bakmisin sanki ortalik cayir cimen: "niyet ettim allah rizasi icin" deyip parandeye durasin var gibi hatta. amma velakin cayir cimen nerede, moloz yigini oysa o senin cimenler. ama oyle bi cimen ki hic moloz diye bisey yok sanki hayatta. "ama aslinda..." diye baslayan cumlelerle bir mutluluk, bakip da gormemeler, duyup da anlamamalar... farkinda olmadan oylece bi dunya...uh ha uh ha tey tey tey... ama butun bunlarin neye tekabul ettigini bildigin andan itibaren vay haline vay... su siralar şiire vuruyor kendini bunye, karnina basinca şiir diyor. şiir sana sigindim sana inandim...

24.07.2007
biyodizel
"Hem arabaları coşturan hem de dünyayı kurtaran bu bio yakıtların ne mene yakıtlar olduğu konusuna biraz daha dikkat çekmekte fayda var. Mısır, şeker kamışı gibi gıda maddelerinden üretilen bu yakıtların bir an için dünyayı kurtaracağını düşünelim ama bu kez daha büyük bir sorun çıkıyor kaşımıza, 4x4 bir aracın yakıt tankını doldurmak için gerekli mısır, bir kişiyi bütün bir yıl doyuracak miktara eşit. Öte yandan bio yakıtları üretmek için gereken toplam enerji, yakıttan sağlanan enerjinin üstünde. Birçok Latin Amerika ülkesinde tarımsal arazilerin çoğunluğu insanları değil arabaları beslemeye ayrılmış durumda. Dolayısıyla gıda için ayrılan alanlar giderek azalırken tarımsal ürünlerin fiyatları da giderek tırmanıyor ancak bu artış sadece büyük kapitalist çiftçilerle dış borç ödemelerini sektirmek istemeyen işbirlikçi rejimlerin cebine doluyor. Küçük köylüleri bekleyense sadece yıkım. Çevreyi kurtardığını iddia ederken, çevreyi kurtarmadığı gibi insanı da aç bırakan bu yakıtın çevre kirliliğini azaltmadaki payının yüzde 5'lerde kalacağı da bir diğer veri. Bu yüzde 5'ten biyo yakıt üretimi için açılan tarım alanları nedeniyle yok edilen yağmur ormanları çıkarıldığında geriye sadece petrol şirketlerinin karı kalıyor ki o da dünyayı değil ancak petrol tekellerini yaşatıyor. " http://www.bianet.org/2007/06/29/98532.htm (evinmtas forumda kuresel isinma basligina eklemis, ordan yamalayip cift dikis yapasim geldi.)

27.06.2007
klima
güneş enerjisi ile çalışan klima ile her koyunu kendi bacağından assak... bulgurumuz da olsa, dimyat pirincimiz de...

23.06.2007
liken
sen onca liken (*)in icinde buyu ama adinin liken oldugunu bilme, ustelik bir de liken fotograflayan biyolog arkadasina, "aa ben bunlari biliyorum ama bunlar dikenli degil" diye stereodan konusmaya calis... bi zaman sonra da bunu hatirla durduk yere, hem gul hem utan... ah liken ahhh sen nelere kadirmissin... (*)kayalarin uzerinde agac kenarlarinda filan gordugunuz, yuksek olasiklikla bakip bakip renk gecislerine hayran oldugunuz mantar yosun karisimi organizma

18.06.2007
jet lag
bir ve iki ve üç ve: oyy anam oyyy oyyyy ben nere gidem ...

18.06.2007
jet lag
daha önce öznesi olarak yer almadığım cümlelerde duymuşluğum vardı. pek iyi bir intibası yoktu. gören bilen herkese illallah dedirtirmiş diye duyduydum ama bu cümleler, bir kulaktan öbür kulağa giden başka bir yolun yolcusuydu...öylesi kulaktan duyma bir yolculuktan ne kadar sündürürsen sündür çeyrek jet lag bile çıkmazdı... neyse, benim bir maruzatım var, hemen deyip gidecem mışşşıl mışşşıl uyuycam inşallah, çıkmadık candan umut kesilmez tabi di mi: meridyenlere gıcığım, meridyene benzer diye karpuz dilimlerine de gıcığım... bugünluk hoş görün hele... hangi bugün? ben bugünü peynir ekmekle yedim. peynir ekmek deyince; simdi bi uyusam, rüyamda koca bi karpuz kapsam, gölgelerin gücü adına bi yumrukla yarsam, parçalansa karpuz...otursam bi güzel yesem... şurdan şurdan bi kuş gelse, şuraya konsa, hani bana hani bana dese... mışşş mışşş hu huuu eeeee eeee...

02.06.2007
keçe
bayram degil seyran degil, bu keçe benim neden aklima düştü… hollanda’da çocuklar okul oncesi okullarda neler ogreniyormuş ogrendigimde -bisiklet lastigi şişirme, keçe yapimi ornekleri vereyim şimdilik- aradan keçeyi ayikladigimi farkettim. o gunden beridir içten içe bi keçe…yakinda ilgili şerbeti, keçeden bir çanta yaparak vermeyi planlarken kara lastik arasi keçenin sicakligi, yoklugunun soguklugu pesi sira düşüştü …bir düşmeye gorsün… üşüşsün de üşütmesin...

14.05.2007
dünya
ben hayatta böyle bir dünya görmedim

10.05.2007
manda
camış

09.05.2007
bedri rahmi eyüboğlu
"... kendimi kendim yaratsaydim bir beygir olur insan oğlunun asfaltına işer, sevgilimi gördüğüm yerde kişner, sevmediklerime de basardım çifteyi ..." diyerek baslamak istedim...

03.04.2007
şarap
sarap mahzende yıllanır aşkınnnn aşkınnnnnn aşkın kalbimde yıllanıyor ikisini bir anda içtim inan inaannn inan içim yanıyor inan içim yanıyor insan, kadeh dudak, kadeh dudaktır sanıyor. dudak kadehtir sanıyor. ikisini bir anda içtim inan inaannn inan içim yanıyor inan içim yanıyor

31.03.2007
kol saati
dunun kartondan tostoparlak bir parca kesip, toplu igne ile akrep ve yelkovan ilistirerek duvar saati yapan cocuklari, isin icine biraz iplik serpistirerek duvar saatinin kol versiyonunu gelistirmisti. artik sunnet olunca hediye edilen kol saatiyle erkek kardesinin attigi havalara kartondan yapilmis, puskulle koluna baglanmis saat ile direnebilecekti. fildir fildir dondu akrep ile yelkovan, simdi erkek kardesin kolunda baska bir saat. bizim puskullunun kollar bos. boyle daha bir havadar...

26.03.2007
gezgin.com
ne yaparsak o olacak...

26.03.2007
aşık mahzuni şerif
youtube'ün etinden sütünden: http://www.youtube.com/watch?v=yWFOQsuqQ3s

26.03.2007
parka
her aksam o köşeye asılırdı o parka paltoya para yok ki ondan alındı parka bir sabah onun sırtında çıktı gitti o parka dedenin üç aylıktan alınmıştı o parka kirli yeşil bir renkti eskiceneydi parka üst cebi sökülmüstü kullanılmıştı parka bir sabah onun sırtında çıktı gitti o parka parkasıyla vurulmuş yatar iken buldular dört hain kurşun değmis delik deşikti parka baba eski tornacı gözünü çapak almış dede bir bacağını sakaryada bırakmış ananın gözü yaşli umut ona bağlamiş küçük kardeşi bu yıl siyasal'a gidecek paltoya para yok ki o da parka giyecek ananın gözü yaşli delikleri dikecek bir sabah onun sırtında çıktı gitti o parka parkasıyla vurulmuş yatar iken buldular dört hain kurşun değmis delik deşikti parka

26.03.2007
hayko cepkin
şimdi once ansiklopedik bilgi verelim:
1997 yılında klavyeci olarak baslayan hayko cepkin; aylin aslım, demir demirkan gibi isimlerle calısmıs. ilk albumu sakin olmam lazım. bir ikinci gelmiş ya da ha geldi gelecek, orasını cok iyi anlayamadım, cok gurultuluydu. pek mudavimi oldugum bir tarz degil ama sahne peformansı bir harika. hicbisey emanet durmuyor uzerinde. http://www.youtube.com/watch?v=tZ6JwbZhlvU

19.03.2007
farid farjad
basligi gorunce, bi telas bi telas... bi anda as ermesi gibi birsey oldu. hemen anroozha 2 - burdan 1 inin de oldugu garanti ama su anda ruhum "yorgan"a gore uzanmali-albumu yetisti imdada. - omk ya selam olsun... eski turk filmlerine, eski sarkilara, eski mahallelere, ustu basi camurlu sumuklu piril piril cocuklara goturuyor beni bu muzik... ama anzoroozha'nin en kotu yani geri donus yolu...

16.03.2007
tahterevalli
makul olmayan bir dengesizlige care olamiyor ve ne tadi kaliyor ne tuzu elbet. durum boyle oldugunda, aslinda dengesizligin nedeni, "doymusluga" karsilik "doymamislikken"; dengesizligin siddeti ,karsidaki "doymusluk" ya da "doymamisliktan" cok, uzerinde bulunan duzenek/sisteme bagli oluyor. fizik uzerine guzellemeler yapiyormus gibi gorunmeyeyim aman diyim…boyum yetmez oraya… ben bana dusundurdukleri uzerine konusuyorum.) bi de ben sunu bilir sunu soylerim: tahterevalli yali balli, tahterevalli yali balli... tahterevalli yali balli, tahterevalli yali balli...

10.03.2007
süt
cuma akşamı iş çıkışı üç beş arkadaş birşeyler içmeye gidip üj bej bijey ijdikten sonra eve giderken dibinde biten bir musallattan kurtulmak için girdiğin akşamcı bakkaldan -bazı memlekette akşam altıda kapanır akşamcı olmayan bakkallar- bu pisliğe tezat oluştururcasına ala ala süt almak hatta o dolapta yarım yağlı süt aramak nicedir bilin mi arkadas... üj bej süt içelim süt içirelim arkadaş, süt... ( sözüm en çok da sana swann arkadaş...:) )

13.02.2007
menemen
hollanda da turk restoranı turk bakkalı cakkalı yogunlugu bi hayli carpici olup, italyan restoranlarının bile sahibinin turk cıkmasi cok muhtemeldir. lahmacun da turk pizzasi zaten, di mi ama. neyse... hikayemiz iki kafadar arasinda geciyor. birinci kafadar diyor ki: -aaa ben su caddede menemen yapan bi yer gordum pazar sabahı oraya gıdelım. camına yazmıslar menemen diye. -tamam, diyor ikinci kafadar. sabah kalkıyorlar pazar pazar gidiyorlar. (bu arada menemen diye kudurmanın tirmalamanin bi alemi yok di mi? iki domates iki biber x yımırta, tık tık tık tamamdır di mi? ) baya da yuruyolar. neyse oturuyolar, garson geliyor. -menemen istiyoruz, diyor iki kafadar. garson: -iyi ama bizde menemen yok ki... bizimkiler: -ama cama yazmayı biliyosunuz kocaman kocaman meenemen diye... garson : -iyi ama o turkce degil, hollandaca. meenemen, paket servis (take away) demek...


11.02.2007
bill gates
1999 yapımı ''pirates of the silicon valley'' adlı film bill gates ve şürekasına ait dünyayı şöööyle bir konu alıyor. apple ve microsoft'un tarihçesi hakkında resmi olmasa da, 1999 yapımı olmasından mütevellit günümüze kadar gelemese de fikir veriyor. bir 'başarı' hikayesi gibi birşey canlanmasın aman kafanızda...aman diyim sakın ola... kim kimden çalmış, kim kimi nasıl kazıklamış, nasıl oyuna getirmiş merak ediyorsanız, buyrun. bu çalıp çırpma konusunda amerikayı elli kere keşfetmeye gerek yok, burda yapılmışı var ya da '' good artists copy, great artists steal'' savlarıyla gelinebilse de 'bu degil gercek bu degil'... ne para ne pul ne iktidar ne de güç bu değil gerçek bu değil gerçek bu kavga hayırsız bir düş uyanır neslim uyanır elbet ... bkz: nerden nereye:)) (hem filme dair hem de bu yazı ile ilgili olarak) bkz: bütün yollar romaya çıkar

11.02.2007
m. c. escher
yolunuz hollandaya düşerse, hatta tam olarak den haag'a- bize daha bildik gelen haliyle lahey yöresine- düşerse, ya da hatta yolunuzu düşürürseniz oralara, bir escher müzesi var önermek istediğim: http://www.escherinhetpaleis.nl/ önce bu müzeye dönüşmüş saray hakkında bikac bişey söyleyeyim: bu saray, hollandanın şu anki kralicesi beatrix'in büyükannesi -torunu gibi kraliçe olan- emma'ya aitmiş. 200 küsür yıllık bir saray. içindeki avizeler – duvarlarındaki eserler kadar olmasa da- cok cok dikkat çekici. aslında binanın en alt katında bulunan ıvır zıvır bırakma yerinden başlarsanız gezmeye, tavanda asılı duran koltuk, duvarda duran masa sandalye sizi nelerin beklediği hakkında oldukça fikir veriyor. üst katların duvarlarına gelecek olursak: daha önce ordan burdan gördüğümüz, bi biçimde biraz fikir sahibi olup da nasıl yapıldıgı, kullanılan teknik konusunda düşünmediğimiz eserleri karşımızda görmek, 8 yaşındaki bir çocukla birlikte o, '' aa kuş, aa yok yok balık'' derken aynı coşkuyu paylaşmak, ''geceden gündüz''e ''şelale'' olmak, öyle mi böyle mi, hem öyle hem böyle diyerek bir noktaya kilitlenip kendini nerelere nerelere akarken bulmak cok keyifli... anlatılmaz bir olumlu hisle doluyor insane… sanki kollarımı açsam iki yana kollarım kanat olacak, uçacağım denizde... ya da yok yok… kollarım yüzgeç olacak, yüzecegim gökyüzünde...

04.02.2007
zahir
elimde paulo coelho'nun zahir'ini görenler beni kızdırmak icin: - ooo, genç kız romanı okuyosun, diyorlar... bi süre karşılıklı yalandan atıştıktan sonra, bu tanıma için için seviniyorum sanırım, yaş, her geçen gün kemale erdikce... neyse, şimdi bu ''genç kız romanı''ndan beğendiğim, gayet düz ama uzunca bir süre farklı açılımlarını düşündüğüm bir kısmı aktarayım anladığım, aklımda kaldığı kadarıyla: iki kişi ormanda çıkan küçük bir yangını söndürmek için can siparene çalışırlar ve başarırlar. her nedense bu iki kişiden birinin yüzü is içinde simsiyahken diğerinin yüzü tertemizdir. ''sizce hangisi yuzunu yıkama ihtiyacı duyar?'' diye bir soru gelir sonrasında... ''tabiyki de yüzü siyah olan...'' der, dinleyici... ''hayır'', der anlatıcı... ''yüzü temiz olan yüzü isli olanı gördüğünden, kendi yüzünün kirli olduğunu düşünür. yüzü isler içinde olansa, yüzü temiz olanı gördüğünden aklına bile gelmez yüzünün kirli olduğu... ve evet, yüzü temiz olan gider yüzünü yıkar...''


10.01.2007
cemal süreya
afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani, trene binerken pabuclarını cıkarmıstı; varto depremini düşün, yardım olarak Batı,dan gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sutyeni. adam süttozula evinin duvarlarını badana etmişti, karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sutyeni, kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın; tanrım, gerçekten çocukluk günlerimizde mi?... eşiklere oturmuş bir dolu insan keşke yalnız bunun için sevseydim seni. bu dizelerin üzerine diyecek birşey yok... ölüm yıldönümü olan bugünde yüreğimiz ismiyle çınlasın istedim...

08.01.2007
hollanda
yıllar önce hollandaya bir iki günlüğüne giden arkadaşlarımız birbirlerini kaybedince aralarında geçen telefon görüşmesi: - nerdesin ya?
- ya te huur binasinin önündeyim.
- ne binası?
- te huur binası...
...

te huur, hollandaca kiralık demek olup, yer tariflerinin "te huur" binalarının referans alınarak yapılmaması salık verilmektedir:)

06.01.2007
michelle bachelet
"kadinim, sosyalistim, bosanmis ve agnostiğim... butun gunahlar bir arada..." kendisi hakkinda eski tarihli bir yazi: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=180384